26 Ocak 2017 Perşembe
Kur'anı Kerim Sözlüğü
A
Arabiyyen: Kelime anlamınlarına göre sadece Arapça anlaşılmıştır Yalnızca Araplara indirildiği anlamına gelmez.Aynı zamanda ''arabe'' kelimesinden türemiş olup fesahat, fasih konuşma ve ''Arab'' kelime kalıbı ise açık ve anlaşılır. demektir.Sözün kusursuz ve açık olması onu söyleyene güzel ve etkili konuşan anlamındadır Kur’an'ın edebî bakımdan, herkesin anlayabileceği evrensel dil ve akıl ölçülerine uygun yönü ile Kur’an’ı bir beşerin yazmadığı ifade eder.Kur’an Arapça indiği toplumun kullandığı dildir.Eğer böyle olmasa, yani mesaj topluma yabancı bir dilde indirilse, mesajın o dili bilmeyen bir toplum tarafından anlaşılması, akledilmesi, uygulaması da mümkün olmayacaktır.
Alem : Alamet, iz , belge ,işaret anlamına gelen ilm köküne dayanarak isimlendirilmiştir.Bu alem onun varlığının , birliğinin eşsizliğinin delil, iz , belge ve alametleri ile doludur.
B
Beşer : Kelimesi vucudun cildi anlamındadır . İnsan türünün diğer varlıklardan Maddî ve dış görünümü (iki ayak üzerinde duruşu, dersinin keçi, koyun vs gibi yoğun kıllı olmadığından gözüktüğü için , yemesi içmesi, üremesi vs ile ilgili farklı özel bir tür ifade eder.Allah'ın kulluk üzere yarattığı İlahlık vasfı olmayan İnsan anlamındadır
Belâ kelimesinin sözlük anlamı, denemek, yıpratmak, bitkin hale getirmek demektir. İmtihan için başa gelen musibete belâ denir. Elbisenin eskidiğini ifade etmek için de bu kelime kullanılır. Denenmek veya bir sınamaya uğramak insanı yıprattığından dolayı ‘belâ` kelimesiyle ifade edilmektedir.Bu kökten gelen eblâ, “-birini- denemek, sınamak”; ibtelâ, “-birini- imtihan etmek, denemek”; ubtuliye, “-bir şey ile- imtihan edilmek, sınanmak”; bille, “kötüleşme, bozulma, çürüme, aşınma, eskimişlik”; beliye, “eski, yıpranmış, aşınmış, çürümüş”; belliye -çoğ. belâyâ-, “imtihan, musibet, dert, hüzün, felaket, afet” demektir.
Terim anlamı; Gerek darlıkta ve gerekse genişlikte insanın denenip imtihana tabi tutulması, imtihan maksadıyla başa gelen musibet ve meşakkat bulunan olay karşısında takınacağı tutum demektir. Başa gelen Belâlar, musibetler birer deneme ve sınama olup insanı çeşitli biçimlerde yıprattığından dolayı, başa gelen olaylara “belâ” denmiştir.Üzüntü de “belâ” olarak adlandırılmıştır, zira o da bedeni yıpratır.
C-Ç
Cilbab :kelime anlamı doğrudan kadınların vücutlarını örtmeleri ile ilgilidir.Cilbab, dış giysiden küçük, başörtüsünden büyük örtü Kadın onunla başını ve göğüs bölgesini örter. (Lisan’ul-arab) kötü niyetli erkeklerin rahatsız edici davranışlarını engeller.Kısaca büyük başörtü anlamında, hem başı hem de göğüs bölgesini örten bir örtüdür cilbâb entari, uzun gömlek anlamında da bilinir.Celb kelimesinin kök anlamlarını biraz incelersek sözlükte ; Yakaları kapatacak şekilde örtülen başörtüsü Diğer kök anlamları 1-isticlâb fiili Getirmek, celbetmek çekici anlamı 2-cellâb: büyüleyici, albenisi olan 3-celeb : ithal edilmiş, yabancı mal.4-meclebe fiili : dürtü, münasebet, sebep olan şey 5-celb ilâ nefsih; kendine doğru çekmek,6-celb alâ fersih; atı teşvik için haykırmak gibi anlamlara sahiptir.
Cüyub :kısaca yaka anlamındadır. ceyb kelimesinin çoğulu. cüyubdur. Ceyb, gömlek, entâri gibi elbiseler giyilirken başın girmesi ya da baştan geçirilmesi için elbisenin ön ve ark asına sarkacak şekilde açılan yarık; elbisenin boyuna isabet eden kısmı ve açıklığın devamı; yakanın eklendiği yer anlamındadır.Nur24/31 Cuyûbihinne :Ayette geçen ikinci kelime ,Başörtüsünün de baştan itibaren yaka yırtmacının uzandığı kısma kadar örtülmesi gerektiğini ifade eder.Kadınların,başörtülerini başlarından itibaren boyunlarını ve önü ve arka yaka açıklığını kapatıncaya kadar örtmesi anlamında
D
Din kelimesi Arapçada d-y-n د-ي-ن kelimesinden türeyen isimdir Deyn borç demektir. Bu anlamda ''deyn'', kelimesi ile insanların birbirine olan borcu ifade eder.Bizi yaratan , aciz olduğumuz her türlü ihtiyacımızı var edip, koruyup gözeten her şeyimizi borçlu olduğumuz Allah'ın bizden uymamızı istediği emir ve yasaklarının bütününe din denir.
Kur'an'ı kerimde Din kelimesi anlamları
a-Allah’ın gönderdiği Tevhid Dini anlamında
b- Ahiret,ceza, yani amellerin karşılığını verme hesab günü anlamında
c-İlâhî olan en mükemmel nizamı (düzeni) ölçüsü Allahın belirlediği düzenin adı dinü’l-kayyim ç-dosdoğru din islam anlamında
d-Bizzat dinin kendisi anlamında, Hüküm, şeriat ,kanun ve düzen anlamında
e-Millet (bir dine inanan topluluk),anlamında:
Kuran'da kerimde din kelimesiyle gelen kelimeler dinü’l-hâlis -katıksız- Allah’a has din ,dinü’l-hakk’ -dosdoğru hakikat dini -,dinullah -Allah’ın dini gibi olumlu anlamları olduğu gibi ve dinde Aşırılık haddi aşmak, dine ilâvelerde bulunma , âdet ,karşı Din "sizin dininiz size, benim dinim bana! gibi buna benzer olumsuz anlamlarıyla geçmektedir.
Dalâlet:Türkçe sözlükte sapmak, sapkın ve sapıklık olarak cevrilmektedir.Lüğat anlamı Doğru yolu bilerek yada hata ile kaybetmek veya sapmaktır.Hidayet kelimesinin zıddı çölde yolunu kaybetmek dalâl kelimesi ile ifade edilirdi.
Kur'an'ı kerimde ise türevleriyle birlikte bilerek ve ya sonunu düşünmeden ,bilmeden doğru yolunu kaybetmek, ,gaflette/habersiz olmak, şaşkın olma ,unutma ,yanılgı , yolu bulmada kararsızlık,bocalama,arzu ve isteklerine yenik düşmesi ile yanlış yollar peşinde koşan ,yoldan alıkoymak, sapkın helak gibi anlamlara gelen karanlık ve çıkmaz bir yoldur.Tüm bu ve benzeri sapmalardan kurtulmanın yolu ise Hayatımızı Kur’an’a dayandırmaktır.Yoksa sapkın ve sapıklık olarak Yahudiler gibi bilerek ,isteyerek, kasten ,Allahı hakkıyla takdir etmeyen ,elçilerinin getirdikleriyle alay eden,ahireti red eden dünyaya düşkünlüğü olan amelsiz kulluk veyahut ; Hıristiyanlar gibi doğru düşünemediklerinden dolayı sadece ahirete önem verilerek dünyadan el etek ,çekmek, ruhbanlık ,kalbi boş imani bilgisizlikten,doğru yolu bulamadıklardan dinin emirlerine ilaveler ,din alimleri ve elçisini ilahlaştıran,bu ve benzeri sapmalardan Allah'ın elçileriyle davet ettiği hidayet yoluna tabi olmaktır
E
Emri :Burada “iş” anlamına gelen emr kelimesi, yüklem halinde kullanılınca “komut vermek, talimat vermek, emretmek, bir işin yapılmasını istemek”; isim halinde ise, “hal, durum, iş, olay, konum, otorite, güç, irade” mânalarına gelmektedir
Ensârullâh /havariler Ensâr kelimesinin kökü yardım etmek anlamına gelen “nasr”dır. “Ensâr” kelimesi de yardım edenler yani Allah’ın dininin, Allah yolun ,dinini ve şeriatını koruyan ve bu hususta elden gelen gayreti sarfeden kimseler emektir. (Medine halkından olup, Allah rasulu (s.a.s.) ve Mekke’den hicret eden muhâcirleri barındırıp onlara yardım eden Evs ve Hazrec kabilelerine de “yardımcılar” anlamında ensâr denilir.Kur’ân-ı Kerim’de geçen nasr kelimesi “min” harf-i cerri ile birlikte kullanıldığı vakit, kurtarmak anlamına gelir.
Hz. İsa, Allah yolunda kendisine yardımcılar aramış, havârîleri ona yardımcı olacaklarına söz vermiş, yani bey’at etmişlerdir.
Havârî; Hz. İsâ'nın yardımcılarına verilen addır. Bu kişilerin kassâr (çamaşırcı) veya avcı oldukları söylenir. Bazı bilginlere göre bunlara Havâri denmesinin sebebi; onların, insanlara din ve ilim öğreterek arındırmalarından dolayıdır... Avcı olmaları ise, insanları kararsızlıktan kurtararak Hakka döndürmelerindendir (Râğıb Isfahânî, el-Müfredât)Nitekim beyaz giydikleri için bu ismi aldıkları da söylenir (Buhârî, Fedâilu's-Sahâbe, 13).
“Kur’an-ı Kerim’de üç Ensar’dan bahsedilir. İkisi tarihî, biri ebedî. Birinci tarihî Ensar, Hz. Îsâ Aleyhisselâmın yardımcılarıdır. Onlara Havârîler denir. 12 civarında sayıları olduğu söylenir. Hz. Îsâ (a.s.) Men ensârî ilallah (Allah’a, Onun rızasına giden yolda, Onun iradesi istikametinde yürürken, bana kim yardım edecek, benim yardımcılarım kimlerdir?) diye sorduğunda, o bir avuç kişi demişlerdi ki: Biz Allah’ın dininin, peygamberinin yardımcılarıyız. Bu hitap ve verilen cevaptan Yüce Allah’ın, Dinine, peygamberine yardım edenlere; peygamberin, dinin yardımcıları değil, Allah’ın yardımcıları olarak isimlendirdiğini ve onlar için Ensarullah tabirini kullandığını anlıyoruz. İkinci tarihi Ensar, Peygamber Efendimiz (s.a.s.)in hayatında, hicret hadisesinden sonra ortaya çıkmıştır. Dinlerini, imanlarını korumak, ilâhî vahyi tam olarak almak, muhafaza etmek ve bütün cihana ulaştırmak maksadıyla, memleketini terk etmek mecburiyetinde kalan ve Mekke’den Medine’ye hicret eden Müslümanlara muhacir, onları Medine’de karşılayan ve her şeylerini paylaşan insanlara da Ensar denilmiştir. İslâm tarihinin bu şerefli camiası, Ensar’ın ikinci halkasını oluşturur. Ensar’ın son halkasını ise ebedî Ensar oluşturur. Bu halkayı Kur’an-ı Kerîm şöyle ifade ediyor; Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayağınızı sağlam tutar. Ebedî Ensar olmak, Allah’ın dinini yaşamak ve ona sahip çıkmak, yaşayıp yayılması için fedakârca çalışmak demektir. İkinci Ensar halkasından sonra Kıyamet kopuncaya kadar Allah’ın dinini yaşayan, yaşatılması için maddi manevi her türlü fedakarlıkta bulunanlar bu halka içerisinde yerini alacaktır. Üzerinde durmak istediğim ikinci kavram ise Vakıf kelimesidir. Kısa ve öz olarak Vakıf; “bir malı veya mülkü satılmamak kaydıyla bir hayır işine bağışlamaktır.”..
Etimoloji, bir dildeki kelimelerin ilk/kök anlamlarını meydana çıkarmayı amaç edinen bir ilim dalıdır (Palmer, 1991). Daha açık bir ifadeyle, etimoloji, kelimelerin şekil yapılarıyla, anlamları arasında irtibat sağlayan ve bu kelimelerin yapı ile anlamlarını köklerine doğru takib ederek ilk defa hangi köke dayandıklarını, hangi kavramları yansıttıklarını ve zaman içinde hangi evrelerden geçerek ne gibi gelişmeler gösterdiklerini inceleyen ve köken bilgisi ile diğer konuları araştıran dilbilimi dalıdır.
F
Facir :Takva olan söz eylem ve davranışları bırakıp fecr olan söz eylem ve davranışları yapan kimselere Kuran’da fâcir denilmiştir.
Fasık :kavramının kelime/sözlük anlamı: "fe-se-ke" fiilininden türeyen fısk Sözlükte; meyvenin özellikle olgun hurmanın filizlenip kabuğundan dışarı çıkması anlamında bilinirdi. Hayvanların özellikle de farenin yuvasının deliğinden çıkmasınada fısk denirdi Fasık ise fıskın ism-i faili olup, kabuğundan çıkan, deliğinden çıkan demektir.Arap dili ve şiirinde asla insanlar için kullanılmamıştır.Terim anlamıyla ilk defa,Kur'ân'ın nuzûlü inmesinden sonra kullanılmaya başlamiştır.
Fasık kavramının (Kur'an'a göre)anlamı:
Kavram olarak fısk; Allah'ın emrinden, itaatinden ve yolundan çıkmak, Allah'ın kulları için tayin ettiği sınırların, hudutların dışına çıkan ve bunu ısrarla yapmasıdır.Böyle bir kimseye fasık denir Allah'ın emrinden, itaatinden ve yolundan çıkan, bu çıkışı gerçekleştiren kişidir.Günah işleyene fasik, işlenen günaha fisk denir.Fasıkın karşıtı ise müttakidir
Kur’an içinde geçen Fasık ve türevleri
Kur'an'da fâsık kavramı, lügat anlamına uygun olarak Allah'a itaatten çıkan, günaha ve isyana yönelen kimse anlamında kullanılmıştır.Bu anlamıyla bazen kâfirleri bazen de münâfıkları niteler.
İman” ile “Fısk” ın bir arada durması gibi bir durum asla mümkün olmayıp, birisinin olduğu yerde diğerinin olması imkânsızdır.Kişi hem iman sahibi hem de fasık olamaz, “Fasık Müslüman” veya “Fasık imam” deyimini kullanmak, “Kâfir Müslüman”, “Münafık Müslüman”, “Müşrik Müslüman olmaz
Fusuk :Fasık kelime kökü türevlerinden Allah'a itaatsizlik ana-babaya saygısız,yakın akrabayla ilişkiyi kesmek,insanları çekiştirmek gıybet ve insanlar arasında laf taşımak koğuculuk gibi günahların hepsini kapsar. füsûk yalancılık demektir, doğruluk ve itaatten kavlen çıkan.Yalan söylemek ve küfretmek diğerlerine karşı övünmek de füsûk sayılmaktadır.
Fasit :Fe-se-de kökünden gelen fâsit bozan, geçersiz kılan, batıl demektir. Fesat isim olarak ;bozulma ,kuraklık, kıtlık, darlık, düzensizlik, çalkantı, telef olma ve kokuşma gibi anlamlarda da kullanılır.
Ferc : Bu kelimenin çoğulu Füruc'dur.Sözlükte Ferç, bir şeydeki yarık, çatlak; duvardaki ayrık; parmak aralarındaki açıklık; çatallı bir nesnede tarafların ayrılma noktası; delik; elbisedeki yırtık; insanda iki bacak arası/apış arası, yani avret mahalli anlamlarına gelmektedir Ferç’ten maksat, kadının ve erkeğin avretlerinin bütün halinde uygun giysi ile örtülmesi istenmektedir.
Fitne : Lisânu'l-'Arapça Sözlükte Fitne kelimesi f-t-n 'harflerinden,türemiş bir isimdir.Bu kelimenin ilk anlamı yakmak, bir şeyi ateşle yakmak anlamındadır.Başlangıçta, bu kelime toplumda altın, gümüş gibi madenlerin hâlis olandan ,sahtesini ayırmak için ateşte eritilmesini ifade ederken kullanılmıştır.Madeni yakıp eriten fitne işlemini yapan ustaya fettan” denildiği gibi,bu kelime gönül ayartıcı,cilveli sevda ateşi ile yakan kadınlara da “fettan denmiştir.Kur'an bu kök anlamından hareketle ‘bir şeyi sınama ve deneme anlam alanı genişleyerek ‘sıkıntı, belâ, musibet, baskı, işkence, azap, saptırma, ayartma, bir şeyden çok hoşlanma, tutkun olma, sapıklık, yoldan sapma, aklın gitmesi, zorluk, sıkıntı ve sapıklıkların meydana gelmesi anlamlarına sahip olmuştur.
Fitne kelimesi, Kur’an’da en çok imtihan, deneme, sınama anlamlarında kullanılmaktadır.Allah'a nispet edildiği zaman Cenab-ı Hakk'ın yarattığı insanın lehlerine ya da aleyhlerine olmak üzere, kulların iyi ya da kötü şeylerle denenmeleri ,sınanması, farklı yollarla kullarının niyet ve tutumunu ortaya çıkarması anlamını ifade etmektedir. Bu nedenle fitne Allah’a nispet edildiğinde insanların saflaştırılmasına yönelik olan hikmet dolu olumlu imtihandır.Yüce Rabbimiz, gönderdiği elçiler dahil herkesi (Müslümanları, insanları, toplumları) fitnelendirmekte;onları ateşe atıp eritmekte, cüruflarını dışa attırıp saf, arı duru hâle getirmektedir.
Kur'an'da fitne sözcüğünün ifade ettiği iki kaynağı
1-İnsan kaynaklı fitneler
İnsandan kaynaklandığı zaman her türlü kötülük,manevi çöküntü, baskı, dini-siyasî, sosyal kargaşa ,kaos,zulüm, fesatlık,sapma,gibi insan davranışlarına bağlı olarak ortaya çıkan sözlü ve fiilî kötülüklerdir.
Fitne kelimesi kâfirlerin başta Hz. Rasullullah olmak üzere müminleri dinlerinden döndürmek zulüm ve işkence yapmak,,engellemek için giriştikleri birlik ve beraberliğini bozmaya yönelik yıkıcı faaliyetler fitne olarak tanımlanır.Allah yolunda müminlerin inanç uğruna maruz kalan ağır işkencelerin ve çekilen sıkıntıların da bu kavramla ifade edildiği görülmektedir..Fitneye maruz kalanların sabır ve tahammül göstermeleri tavsiye edilmekte, ahirette de çeşitli mükafatlara nail olacakları haber verilmektedir. Medine dönemindeki âyetlerde ise sorun bireysel bir sıkıntı olmaktan çok toplumsal bir sorun olarak ele alınmış müminlere bunu önlemeye yönelik çözümler sunulmuştur
2-Şeytan kaynaklı fitneler
Şeytanla ilgili olduğu zaman saptırma, ayartma ,insana iğvâ vermesi, ayartması ve baştan çıkarması onun çeşitli hileleri fitnedir.Fitne ve türevleri bu iki varlığa nispet edildiğinde olumsuzluğu fitne çıkaranlar kınanıp, ilahi bir cezaya duçar olacakları belirtir
Fi sebilillah : Kur’an-ı Kerim de ’Fi sebilillah Sebil yol, sebilullah kelimesi Allah`ın yolu Allah yolunda demektir.En meşhur anlamları “Allah yolunda cihad ve cihadedenler anlamına gelir.Dünya ve âhiret hayatında insanlara yararlı olan, insanlığın iyi yönde gelişmesini sağlayan, geçici dünya menfaatlerini arzulamaksızın yapılan bütün hayırlı işleri kapsar.Birinci Fi sebilillah infak,Allah yolunda infak;Allah yolunda olmayan infak değildir.Kur'an'a göre İnfak Karşılıksız yapılması dünyadan ahirete gittiğine iman etmemiş bir insanın yardımı infak adını almıyor. tek dünyalı infak olmaz. İkincisi Fi sebilillah cihad ;Allah yolunda cihat, Üçüncüsü Fi sebilillah hicret
Fucur : f-c-r fecir, fücür, facir kelimelerin türediği "f-c-r" kökünün anlamı bir şeyin açılması yarılması ve yırtılmasıdır. Bu kelime daha sonra isyana dalmak ve haktan sapmak anlamında kullanılmıştır.Bu kökden isim ve fiil olarak 24 yerde şu anlamlarda kullanılmıştır.Tan sökmesi,Sabah Suyu akıtmak fışkırtmak,Ahireti yalanlamak ve inkar etmek,Haktan sapmak hak yolu yarıp düzeninden çıkarak kötülük ve isyana düşmek. Fücür kelimesi takva elbisesini çıkartıp, haya perdesini yırtarak haktan sapmak ve günaha dalmaktır.Takva olan söz eylem ve davranışları bırakıp fecr olan söz eylem ve davranışları yapan kimselere Kuran’da fâcir denilmiştir.. İnkar olan her söz, eylem ve davranış fucur, ancak fucur olan her söz, eylem ve davranış inkar değildir.
G-Ğ
Gaflet : İnsanın tam anlamıyla kendine yabancılaşması demektir.
Gayz : Gayz kalsik luğat bilgisinde gadabın şiddetlisi, gadabın başlangıcı ve gizli gadap olark tarif edilir.İntikam almaa güç yetiremeyenlerin acizlerin içlerinde sakladıkları nefret ve hüzünle karışık şiddetli öfke ifade eder.Kuran'da bu kökten türeyen kelimeler değişik şekilleriyle on ayrı âyette zikredilmiştir Öfkenin çok daha şiddetlisi ve heyecanlısıdır. Cehennem’in, müşriklerin, kâfirlerin, münâfıkların,Firavun ve yardımcılarının öfkelerinden alçalışlarını zikredilmiştir. Kur’ân’da müminlerin gayzından bahsedilirken bile olumlu anlamda, onların gayzlarını yuttuklarından ve kâfirlere karşı kalplerinde hissettikleri gayzın ancak Allah yolunda cihat ettikleri zaman giderildiğinden bahsedilmektedir
Ğayy: Kelimesi ise, “kötülük, azgınlık ve hüsran” manasına gelir. Kelimenin “rahatı kaçmak, düzeni bozulmak” anlamı da vardır. Bu anlama göre yelkavne ğayya ifadesine düş kırıklığı yaşayacaklar “ anlamı da verilebilir. Ayrıca onun, cehennem de içinden kan ve irin akan çok derin bir vadi yahut kuyu olduğu belirtilir.
H
Hanif : İslam geldiği zaman hanifin kelime manası ,müslimdir.Teslim olan demektir.Birleyen, Tevhid inancını kabul eden, ALLAH’ı bir olarak kabul eden.dinde düz ve doğru yolu tutan insan demektir İslam dininden olan herkes Müslümandır.Kur'an özellikle Hz. İbrahim'in örneğinde gecen bu kelime hakkında bize bilgi vermektir.Hz İbrahim putperest bir ortamda yetişmişti ve yine de atalarının çoklu ilah anlayışını benimseyememişti, o, tek bir ilah olabileceği düşüncesine kapılmıştı ve onu aramaya koyulmuştu.
Rabbine yönelip,yıldızları, ayı, güneşi,tüm dünyayı çıkarmıştı Haniflik bâtıl ve şer tarafından hak ve hayır tarafına yönelmedir.Yanlış yoldan uzak ,selamete eğilmek ,doğru yolu araştırıp doğru yoluna girmek demektir. Hz İbrahim gibi kendi inancınızı kendi zihin sancılarınızla doğurabilmek, hakikat peşinde olanların en büyük sorumluluğudur.Kısaca Hanif :Doğru ve hakikate /tevhide meyleden ,batıldan şirkten uzak duran.Karşısına çıkan olaylardan hangisi haksa ona yönelmesi demektir.
Halef ; başkasının yerine atana demektir.Selef ise ; bir görev, bir işi olan , bir makamda kendinden önce bulunmuş olan kimse demektir.Halife, selefin yerini alan, sonradan gelen nesil ,birinin yerine bırakılan demektir. Kısaca ‘halef-selef’ bir herhangi bir sebepden dolayı ayrılan bir öğretmen selef ,yeni tayin olunan,atanan ,yerine geçen, ardından gelen anlamlarında öğretmen halef.Her halifenin yerine geçtiği kişi, onun selefi olur. Böylece bir halef-selef sistemi oluşur.
El-hayâtu'd-diünyâ" Terkibinden el-hayât (ha-y-y) kökünden türemiş bir mastardır.Bu fiil, Arap dilinde yaşamak, canlı ve diri olmak, hayat sahibi olmak gibi anlamlarda kullanılmaktadır.Bunların dışında da manalar olan kelimenin, türediği kökden Kur'an'da pek çok kullanımı vardır.Ha-y-y kökünü esas aldığımızda bu kökün ve ondan türeyen kelimelerin Kur'an'da 190 küsür defa geçtiklerini görürüz. Bunların bir kısmı sülasi fiil olup canlı olmak, yaşamak, selamlamak, yaşam ve sağlık dileme anlamındadır. Diğer bir kısmı ise yaşatmak,' can vermek,diriltmek manalarına gelmektedir.
Buralarda insan mevzu bahis edildiği gibi ölmüş olan toprak vs. de söz konusu edilmiştir. Allah'ın bir isim sıfatı olarak "Hayy" canlı, diri manalarında Kur'an'da sık sık geçer, Yine Allah'ın bir isim sıfatı olan"Muhyi de "can veren! yaşatan, dirilten" anlamında Kur'an'da geçmektedir Allah yolunda şehit olanların, öldükten sonra da diri olup yaşamakta oldukları yine bu kökten gelen ve "hayy"in çoğulu olan "ahyâ'" kelimesi ile belirtilmiştir
ed-dünyâ"ya. şeklinde gelince bu da Kur'an'da sıkça kullanılan kelimelerdendir.Yakın olmak ,yaklaşmak manasına gelir
Hasenet: kelime الحسنة kökünden türetildiği husn güzellik,hoşluk,iyilik demektir. Kur’an’da geçen husnâ,:güzel ve iyi son demektir.Hasenât’ın zıttı seyyiât’tır.Seyyiât: :kötülükler demektir.Hasenet kişinin kendisine dönük olan iyiliklerdir , ikincisi sonuçları başkalarına dönük olan iyiliktir. Hasenat, insanın sırf kendisi için yaptığı iyiliklerdir. Bu iyiliklerden bir başkası yararlanmaz. Sadece kişinin kendisi yararlanır. Mesela namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek gibi ibadetler hasenattır.
Hevâ kelimesi; lügatte, h-v-y fiil kökünden gelmektedir. Bir şeyin aniden yukardan aşağıya düşmesi,Yer ve gökler arasındaki boşluk/ hava, Her boş şey, yükselmek, mahvolmak, Değersiz olmak.gibi anlamlara gelmektedir. Nefsin şehvete meyli demektir.Keyfi de denir. Hevâ, insan ruhunun şehvetlerden ve hayvanî iştah ve arzulardan doğan doğal eğilimi anlamında kullanılır.Hevâ, delile dayanmadan sırf arzulardan kaynaklanır.Hevâ insanın kendisini dev aynasında görmesinden kaynaklanır ve benliğin kötü isteklerinin bütününü ifade eder. En büyük zararı, kişiyi Allah yolundan saptırmasıdır. İnsan bir kere O’nun yolundan saptı mı, canının istediğini ilâh edinir; dini de sadece kendi zevk ve keyfinden ibaret sanır. İşte bu yüzden insanın arzu ve hevesleri, sürekli akıl ve vahiyle kontrol altında tutulmalı; kişi her durumda dinin ve aklın kurallarına uygun davranmalıdır. Bu anlamından dolayı Kur’an, kelimenin karşıtı olarak Elçilerin dilinden, “beyyine” (delil, kanıt, ilim) kelimesini kullanır.
Himar/Hamr :Başörtüleri /humuruhinne kelimesinin hımar tekildir çoğulu Humurdur Baş örtüsü olarak geçen bu kelime HAMR kökünden gelir .Hımâr kelimenin en önemli özelliği baş ile ilgili olmasıdır.Bu kelime çeşitli sigalarıyla humur, hımar, hamr hep başı ifade eder ..Bu kelimeden gelen diğer kök anlamlar ise ;1-Hamr: Sözlükte Örtmek, kapamak, Örtünmek, 2-Himâr :Başörtüsü, yemeni, eşarp kelimeleri bu köktendir 3-Hamr :başı döndürüp zihni karıştıran, aklı örten, baş döndüren iceçek 4-Hamîra : hamurun içine örtülüp karışan, maya , örtülü, kapalı 5-Hummuru: buruşturmak, buruş buruş yapmak, çöllerde yaşayan insanlar kendilerini güneş'ten ve çöl tozlarından saklayabilmek için başlarını da içeren bu büyük, kırışık örtüler kullanırlar.6-Hamr” bazı ayetlerde içki anlamına gelir. zihni örtmesinden /beyni uyuşturmasından dolayıdır.Beyin baş kısmında olduğu için hamr -örten kelimesi ile ifade edilmiştir.
Hikmet, Hikmet, doğru hüküm demektir.Vahy edilen ayetlerdeki doğru hükümlerin tilavet edilmesi yani zihnin ve kalble okunması ile toplanmış ve anlaşılmış bilgiye uyulursa kitaptaki hikmete ulaşmış olurlar. Allah her nebîye kitap ve hikmet vermiştir.Hikmet, Allah’ın indirdiği ve yarattığı âyetlerden çıkarılan doğru hükümleri anlamak ve o hükümleri çıkarma yöntemidir.
Hıristiyanlık :Hz. lsa'nın getirmiş olduğu dinin adı olan Hıristiyanlık için Kur'an-ı Kerlm'de kullanılan kelimeler, Nasrani" ve "Nasara" ve "Nasara" kelimeleridir. hıristiyanlığın peygamberi Hz. lsa'nın Filistin'deki Nasara kentinde yaşamış olmasıdır. Bu yoruma göre "Nasarani", Nasıra'lı lsa'ya tabi olan kimse manasma gelmektedir. Nasara" ise "Nasrani" kelimesinin çoğulu olup Hıristiyanlar manasını ifade eder
Hidayet Kur'an'nın indiği toplumda çöl hayatı vardır.Zor şartlar ve son derece tehlikeli bir yerdi. Tecrübeli kılavuzlar bile bir noktada şaşırıp sapabilirlerdi.ünlü şairler şiirlerinden anlaşıldığına göre cahiliye döneminde bu iki kavramın kullanım alanı lügat mânalarıyla sınırlıdır. “çölde yolunu bulmaya” Zıttı çölde yolunu kaybedene dalalet denmekteydi..İslam gelince bu kelime ; Doğru yolu bulma, açıklama, ilham etme, muvaffak kılma anlamlarına gelmektedir.
Hidâyet (hüdâ, hedy) mânasında doğru yol gösterme , kılavuzluk anlamında isim olarak da kullanılır .İslam'ın bir adı sırat-ı müstakîm dosdoğru yol diğer adı da hidayettir Kur'an İslamı kabul edip yaşayanlar için hidayeti bulan ,hidayette olanlar tanımlamasını yapıyor
Hidayet Kelime anlamları
Hidayet zıddı Dalâlet Saptırmak, yanıltmak, dalâlete düşürmektir sapıklıktır, karanlıkta kalmaktır.
El Hadi : Allah'ın güzel ilahi isimlerinden hidayete erdirici, hidayete eriştiren
El Hüda : Kitabımızın bir özelliği sıfatıdır hidayet’i gösteren, Hakkın delillerini bildiren delil, doğru yolu gösteren belge anlamındadır.
İhtida : Hidayeti buldurmak, doğru yolda olmasını sağlamak,
Muhtedi ve ihtidâ : hidâyete eren,, doğru yola iletilen hak ve doğru hak dine girmek
He-da :Doğru yolu bulmak, yola girmek, yol göstermek
Hidayetin Anlam Sahası:
Allah'ın insanlarda duyacak kulak,görecek göz,söyleyecek dil,idrak edecek akıl v.s.halketmesi,birinci derecede bir hidayettir.Bu sadece insanlara değil her varlığa kendine mahsus özellikler vermiş hepside Allah'ın gösterdiği yolda sapmadan vazifelerini yapması mecazi anlamda tüm varlıkların hidayetidir. İnsanların çeşitli uzuvları şekilce başkasına benzemeyen ayrı ayrı suret ihsan etmiştir.Böylece Allah'ın her uzuv için kendine layık olan hidayeti vardır. Mesela ayaklar yürümek için,eller tutmak ve amel için,dil konuşmak için,kulak işitmek için göz görebileceği şeyleri keşfetmek için akletme bilgi için kalp, akıl kısacası her ruzuv kendisiyle ilgili fonksiyon için yaratılmıştır..Eğer Allah,onları böyle yaratmamış olsaydı,onlar şimdi bulunduklan doğrultuda görev yapamazlardı.
İ-I
İğvâ Sözlükte “şaşırmak, hedefe ulaştıracak yoldan ayrılmak” mânasındaki gayy kökünden türemiş olup “şaşırtmak, azdırıp doğru yoldan uzaklaştırmak” anlamında kullanılır. Râgıb el-İsfahânî, kelimenin kökünde bâtıl inançtan doğan bilgisizlik mânasının bulunduğunu söyler.İğvâyı gerek şeytana gerekse putlara izâfe eden âyetlerde kelime “bâtılı süsleyip hak gibi gösterme” mânasına gelmektedir.
İhsan :Hüsn ,İhsan ve muhsin aynı kökten gelir .İhsan iyilik, lütuf, bağışlamak, güzel düşünüp güzel davranmak, Allah ile her an beraber olma şuuru ile yaşamaktır. Muhsin ise, ihsan eden, iyilik eden, güzel düşünüp güzel davranan demektir. El-Muhsin olan Allah, güzeli ve güzellik sergileyenleri sever. Her kimde muhsin özellikleri varsa, onda muhsin olan İlâhî Kudret'ten insana tecellisi belgesi demektir.
İhlas : Sözlükte arınmak, saflaşmak, kurtulmak” mânasındaki hulûs / halâs kökünden gelmiştir.Bir şeyi, içine karışmış ve değerini düşürmüş olan başka şeylerden temizleyip arındırmak, saflaştırmak terim olarak “ibadet ve iyilikleri riyadan ve çıkar kaygılarından arındırıp sadece Allah için yapmak” demektir.
İslâmî literatürde ihlâs daha geniş olarak şirk ve riyadan, bâtıl inançlardan, kötü duygulardan, çıkar hesaplarından ve genel mânada gösteriş arzusundan kalbi temizlemeyi, her türlü hayırlı faaliyete iyi niyetle yönelmeyi ve her durumda yalnızca Allah’ın rızâsını gözetmeyi ifade eder (Râgıb el-İsfahânî, Müfredât,)
İfrat; Terim olarak inançta, sözde ve amelde aşırıya gitmek, haddi (Hududullah’ı) aşmaktır; sınırları zorlamaktır ;
Tefrit,Rabbimizin helal – haram sınırları konusunda duyarsız ve gevşek davranmak helal – haram konusunda vahyin ölçülerinin ötesine geçerek, hassasiyet adına Rabbimizin haram kılmadığı bir şeyi haram, sayma ise ifrattır.Tefrit,Hududullah’a tâbi ve teslimiyet konusunda aşırı gevşeklik göstermektir. Geride kalmak, öne geçmede yetersiz kalmak. Ortalamanın altında kalıp, sınırları zorlamak anlamına geliyor.Rabbani yükümlülükler konusunda gerekli duyarlılığı göstermemek anlamına gelmektedir.Örneğin Neyin İtidal, Neyin Aşırılık Olduğunun Referansı Vahiydir .kur'an'ı anlamak için değil, sadece yüzünden okuyup yeterli görüp bu konuda gayret göstermemek.
İtidal /mutedil /vasat : Kavramlar kur'an'a göre ele alınmayınca içi boşaltılmış kelimelerin antaılmak istenen mesajı göz ardı edilmiştir.İtidal ,mudedil ve vasat kelimelerinin anlamları daraltılmış Kur'an'a göre bu kavramlar, inanç, söz ve amelde adalet üzere olmak demektir. Adalet teriminin, “her şeyi yerli yerine koymak, her şeye hakkını teslim etmek” anlamına geldiğini ve bunun da ancak Hududullah’a tâbi olmakla mümkün olduğunu hatırladığımızda, İtidal ,mudedil ve vasat üzere olmanın, asıl anlamı Allah’ın sınırlarına sadakat demek olduğunu görürüz. İtidal üzere olmak, önümüze çıkan üç şıktan ortadakini işaretlemek demek değildir. İtidal, üç şeyden ortadakini benimsemek ve ona tâbi olmak değildir. İtidal, yüce Allah’ın ölçülerini gözetmek, eksiltmeden ve artırmadan bu ölçülere bağlı kalma cehdi göstermektir. Sırat-ı mustakîm üzere bulunma gayretinde olmak ve onun ötesine geçmekten de, berisinde kalmaktan da sakınmaktır.
Demek ki, itidal “orta yol”, itidal üzere olmak da “orta yolda olmak” değildir. İtidal, Allah’ın yolu ve mutedil olmaksa Allah’ın yolunda olmaktır. Yani itidalin referans noktası Allah’ın ölçüleridir. Hududullah’tır. Allah'ın gösterdiği şekilde Allah rasulunun vahiy olunan kur'an ahlakı ,ile yaratılış gayesine uygun ölçüsüde,hareket etmektir. En Hayırlısı, bu ifrat ve tefritin tam ortasında durur ki bu durduğu çizgiye de istikamet çizgisi denir
Hz Muhammed Sallallahü Aleyhi ve Sellem bu konuda şöyle buyurmaktadır:
Her işte ifrat ve tefritten uzak dur, vasatını tercih et. Çünkü işlerin en hayırlısı istikamet üzere olanıdır. (Beyheki)
Bu bilgiler ışığında ifrat ve tefritten arınmanın,inanç, düşünce ve amelde her türlü bâtıl,yönelimlerden geleneksel ve modern bidatlardan, her türlü cahiliye kalıntısından uzaklaşmak olduğunudur. Zira kaynağını vahiyden, yani yüce Allah’tan almayan ne varsa cahiliye ürünüdür, aşırılıktır. Aşırılık, insanların teşkil ve temsil ettiği ortalama inanç, düşünce ve yaşayış biçiminin dışında olan değil, yüce Allah’ın ölçülerinin dışına taşandır. Şayet aşırılığın ölçüsü insanlara göre belirlenmiş olsaydı, küresel ve yerel istikbarın Müslümanlar için kullandığı “aşırı dinci” tanımı haklı olurdu!
K
Kader : Kur’an-ı Kerim'de K-d-r ( قدر ) kökünden türemiş “kader” kelimesi, lügatte “Ölçülü ve planlı iş yapmak, bir varlığı ölçülü ve planlı olarak oluşturmak, meydana getirmek, yaratmak” anlamlarına gelmektedir.Türkçe’deki ‘kadar’, ‘mikdar’, ‘takdir’, ‘mukadder’, ‘kudret’, ‘kadir’, ‘muktedir’, ‘iktidar’ sözcükleri ‘kader’ sözcüğü ile aynı kökten gelmektedir.
Kadar ve miktar :ölçüyü,
Takdir ve mukadder : Değerlendirme ve düzenlemeyi, Kudret, kadir, muktedir ve iktidar : Bunları yapabilecek gücü ifade etmektedir.Yüce Allah'ın Tekvin sıfatlarının yansıması Kur’an’da bu tür ayetlerde geçen ‘kaddera-yukaddiru-takdir-kader-mikdar’ ifadeleri ilim, irade, kudreti ifade eder
El-Kadir; her şeye güç yetiren, her şeyin üstünde muktedir olan, iktidarın tümü kendisinden olan ALLAH'tır.Evrendeki her şeyin bir ölçü, bir düzen ve intizam ile olması,hepsini sünnetullah’ dediğimiz genel geçer yasalara bağlaması anlamındadır.Gökten su ölçüyle iner,inen suyun yeryüzünde vadilerde dolaşması bile ölçüyledir,Topraktan pınarlar fışkırması, fışkıran suların birleşmeleri yine belli bir ölçüye göredir.
Takdir ; Allah’ın varlıklara ilişkin takdiri iki anlama gelir: Birincisi, yarattığı nesnelere güç vermek, ikincisi ise yaratılmışları, ilâhî hikmetinin gereği olarak bir sonucu sağlayan özelliklerine kavuşturmak İnsan fiillerinde,Allah'ın kaderi, Allah koyduğu ölçüleri ve sonuçlarını insanlara nebilere vahyederek öğretmiştir.İnsanın tercih imtihanı ile Allah insana,fiillerinde haraket etme alanı tanımıştır.İmtihan alanıyla ilgili insana önceden Allah bir şey “takdir” etmemiş ve bu “takdir” etmeyi insanın ,fiillerine göre olacağını bildirmiştir.Bu, insanın sorumluluk alanında ve sonuçlarının oluşmasında kendi tercihinin ve yönelmelerinin bir sonucu olarak karşısına çıkacaktır.
Kısacası kader, Yüce Allah’ın mahlûkata yüklediği kapasite ve yaratılmışların varlıklarını idame ettirme noktasında koymuş olduğu kurallar-ölçüler bütününün adıdır.
Kâfir :كفرArapçada “ke-fe-ra”fiilinden türemiş olup kökünden gelen KFR kökünün temel manâs «setr» (örtme) dir. Çoğulu “kefere, küffar” kelimeside şiddetli anlamda yani aşırı kâfir anlamındadır. Arapça`da karanlığı ile her şeyi örttüğü için geceye “كافر kâfir (örten)” dendiği gibi ,Araplar çiftçilere kâfir derler .Tohumu toprağa gömen, üzerini örterek gizleyen anlamına gelir.Çiftçi tohumun üzerini örtmüştür. Tohumu gizlemiştir.Tohumun toprağın içinde olduğunu bilir toplumdaki kullanılan anlamı budur.Kur'an bu kök anlamından hareketle anlam alanı genişleyerek kâfir olmayın gerçekleri bildiğin halde gizlemeyin, örtmeyin” demektedir.Hayırların bahşedişi ve kabulü ile ilgili konum-larda, kelimenin doğal anlamı ele geçen menfaatleri örtmek bilmezlikten gelmek- ve bu suretle- nankör olmaktır özellikle ,Kur'ân gücü sonsuz Allah'ın hassaten bir hayır ve kerem İlâhı oluşunu şiddetle vurgulamaktadır. Onun yaratmış olduğu insan, herşeyi. varlığını ve geçimini. Allah1 in sınırsız merhametine borçludur. Bu da demektir ki. insan, yaşamının her anında kendisine göstermekte olduğu iyilik karşılığında Allah'a karşı minnet beslemek görevini üstlenmiştir. Kâfir, bu suretle Allah'ın lûtfuna muhatap olduktan sonra, davranışında hiçbir minnettarlık ifadesi taşımayan ve hatta isyankâr davranan kişidir Allah'ın hayır ve keremine karşı takınılan bu temel nankörce davranış, en bariz ve etkin biçimde tekzib'de yani. Allah'a, Elçisi'ne ve Elçi'nin geıirdigi ilâhi habere iftirada kendini göstermektedir.Kısaca Kafirler,kendilerini doğrulara kapatanlar.Bilmemezlikten gelendir
İnkar ve Nankör'de Kafirliği fiilleridir
Aynı kökten erişilen nimetlere teşekkür etmeyerek yapılan nankörlüğe de “küfür” denir. Kur'an'da kâfirikle alakalı, anlam boyutu nankör ve inkâr kelimelerinin aynı kökün kalıpları olduğunu görüyoruz.Kâfirliğin, bir anlamda nankörlükle başlayan yaratılışına, yaratıcısına, nimetlere, iman nimetine, akletme nimetine, irade nimetine nankör olan kâfirdir.
Karine ne demek : İstenilen bir şeye delâlet eden belirti. Bir Şeyin varlığını gösteren emâre, belirti ve nişan anlamına gelen bir fıkıh terimi. İslâm hukukunda yedi tane hüküm sebebi vardır. Bunlardan birisi kesin karînedir. Diğerleri şâhitlik, ikrar, yemin, yeminden kaçmak, kasâme
Karye:, ortak kök anlamında toplanma k-r-e kelimesinden türemiştir.Bu kelimenin en çok bilinen sözlük anlamı insanları bir araya getiren ,bir yerde evler ,bir arada toplanınca köy ,kasaba,şehir ,kent, ülke olması , gibi yerleşim yerlerinin adıdır.Harfler bir araya getirilmesi toplanması da karye'dir. harfler bir araya gelirse okuma yapılmış oluyo
Kânitîne ;Kıyamın türevlerinden ,Allah'ın huzurunda durmak huzurunda divan durmak ,huzurunda huşû içinde anlamıdır.Allah’ın kayyumiyeti ile var olan ve dilemesiyle kaim kendisiyle birlikte dinini ayak ta tutan insan, haşyet ve muhabbet ile huzur-u maneviyesinde, daima kıyam halinde bulunmaktadır.Dosdoğru kıyam insanı namazdan sonra da egodan uzak kalması sağlayan ;Yüce Allah'ın insana verdiği çok güzel hikmetidir.
Keyd : keyd. (الكيد)inkârcıların ilâhî daveti engellemeye yönelik planları; Allah’ın bunları hazırlayanların komplolarını aleyhlerine çevirmesi anlamlarında kur’an terimi.
Sözlükte “tuzak ve pusu kurma, hile yapma, entrika çevirme; ceza verme, tedbir alma” anlamında masdar olan keyd “tuzak, hile, plan, komplo, ceza” gibi mânalarda isim olarak da kullanılır. râgıb el-isfahânî keydi “bir tür hile” şeklinde tanımladıktan sonra bunun olumlu veya olumsuz anlamda olabileceğini, ancak olumsuz anlamda kullanımının daha yaygın olduğunu belirtir (el-müfredât, “kyd” md.)
Keyd, türevleri : kur’an’da hem şeytana ve yandaşı olan inkârcılara hem de Allah’a nisbet edilerek türevleriyle birlikte otuz iki yerde tekrarlanmıştır.Bu kullanımlarda kelime şeytana ve inkarcı lara nisbet edildiğinde ilâhî daveti engellemeye, kutsal de ğerleri tahrip etmeye yönelik her türlü kötü, yıkıcı eylem ve faaliyetin ön hazırlığını; Allah’a nisbet edildiğinde ise ilâhî cezalandırmanın bir çeşidi olarak kötü eylem ve hazırlıkların hedef ve amacına ulaşmasını engellemeye yönelik her türlü karşı tedbirin alınmasını ve bunları hazırlayanların komplo larını aleyhlerine çevirmek suretiyle cezalandırılmasını ifade etmektedir.
Allah teâlâ tuzak kurup aldatmaktan münezzehtir.Kur’an’da geçen keyd ve türevlerinin “Allah’ın iyiliklere ve güzelliklere, hak dine, onun peygamberine ve diğer mensuplarına karşı kötülük planlayan şeytan ve yandaşlarının kazdıkları kuyuya kendilerinin düşmesini sağlaması, böylece onları kendi plan larıyla cezalandırması” şeklinde anlaşılması gerekir.alıntı
Kelime-i Tayyibe :İman'dır Kur'an ahlakına sahip bir müminden çıkan dallar ve dallar üzerine bina edilen zikir,takva,salih amel,infak , tevekkül ,teslimiyet ,tefekkür, gibi her bir ameller /dallar göge alemlerin rabbine yükselir.Allah bu dallardan bizlere hoşnutluğunu ecir ,mükafatları,ikramları da iman ağacının ,doyumsuz tükenmeyen meyveleridir.Bu meyve her an olmaktadır.
Güzel söz güzel ağaca benzetiliyor. Çünkü ağacın diri kalması için nasıl sulanmaya, bakılmaya ihtiyacı varsa, bunlar bulunmadan kurursa kalpteki iman ağacı da böyledir. Eğer sahibi faydalı ilim, sahih amel, zikir ve tefekkürle her zaman bakıp onu gözetmezse kuruyabilir.
Rabbimiz tevhid inancını Âli İmrân Sûresinde “kelime” olarak nitelemiştir. (bkz Âli İmrân: 64)
El-Esamm’dan gelen rivayete göre, “Kelime-i Tayyibe”, Kur’an’dır.Diğer görüşlerde bir araya getirildiğinde hemen hemen tüm anlamı içine alacak tanımlarda bulunmaktadır
İbn Bahr’a göre İslâm davetidir.
Teşbih ve tenzihtir.
Mutlak mânada Allah’ı övmektir.
Her güzel sözdür.
Bütün itaatlerdir.
Müminin kendisidir: Taberî ile İbni Ebi Hatim bu görüşü İbn Abbas’tan rivayet etmişlerdir.
Müfessirlerin bir kısmına göre hurma ağacıdır. Bu görüş, İbn Abbas, İbni Mes’ud, Mücahid, İkrime, Dahhak ve İbn Zeyd’den nakledilmiştir.Bir hadis-i şerifte: “Elbise nasıl yıpranır eskirse, kalpteki iman da öylece yıpranır, eskir. O halde imanınızı daima tazeleyin” denerek bu gerçek dikkatlerimize sunulmuştur.
Kıraat : Kur’ân, “çok okunan metin” anlamıyla öncelikle Müslümanlardan, sonrasında da bütün insanlardan kendisini düşünerek,anlayarak ve hissederek okuma istemektedirBu haliyle kıraat,Allah tarafından oluşturulmuş anlam kümelerini ortaya cıkararak onlara riayet ederek okumayı ifade eder. ‘Alak 96/1’deki ilk emir de ; yani ayetlerle kâinatı, insanı ilişkilendirmek,keşfetmek, düşünmek ve anlamaya çalışmak. Bu yönüyle kıraat, “aklın ve zihnin okuması” anlamında bilgilenme ve bilinçlenme faaliyetidir.
Kıyam :Namazın rükünlerinden ikincisi kıyam yani ayakta durmaktır.Yüce Allah'ın Kayyum sıfat ismiyle tecellileri bulunmakta, bütün varlıklar da bu İlâhî isim ile, O’nun cilvesi ve tecellisiyle ayakta kıyamda kalmaktadır
Kıst: genellikle adalet diye açıklanmıştır. kıst kelimesi tam olarak adalet demek değildir. Adalet , bire bir karşılık, denge, denklik, eşitlik” demektir. Kıst kelimesi ise “nasip, pay, hak edilmiş olan pay demektir. (Lisanül-Arab) Allah yol gösterici olarak indirdiği Kitabında , insanların birbirleri ile olan ilişkilerinde olması ve olmaması gereken"El kıstu usulu ile insanların aralarında eşit faydalar elde etmesine yani alışverişte ki adalete,benzer biçimde adil olarak paylaştırılan paya , hisseye denilir. (Elmüfredat) Esas olan karşılıklı rızaya dayalı ve insanların birbirlerine haksızlık yapmayan bir sistem olup esasları o günkü şartlar gereği prensiplerinin uygulanmasını her şartta , kimin aleyhine olursa olsun , insanları arasındaki ilişkilerde , ticaret ve Allah'a ve tüm nimetlerine karşı hak ve hukuk çerçevesinde davranmaktan hiç bir zaman geri durulmaması öğütlenmektedir.
Haklıya hakkını ve hatta daha fazlasını veren, ölçülü davrana ve âdil davranan demektir. Bir anlamda her konuda orta yolu izlemek ve hak vermede daha faziletli davranmaktır.Bir aile reisi de evlâtları arasında eşitlik ilkesiyle değil, kıst ile muamele yapar. Çünkü her çocuğun yaşına ve gördüğü eğitime göre ihtiyaçları değişiktir ve çocuklar aile bütçesinden bu ihtiyaçlara göre pay alırlar. Meselâ, biri ilk öğretimde diğeri üniversitede okuyan iki çocuklu bir aile, çocukların harçlıklarını hiçbir zaman eşit miktarlarda tespit etmez.
Kıst kur'an'a göre Adl ile kıst arasında fark vardır. Adalet iyiye ve kötüye, iyiliğe ve kötülüğe hak ettiği karşılığı vermektir. Kıst ise kötüye hak ettiği karşılığı verirken, iyiliği niyet, emek, liyakat ve ehliyetine göre kat kat fazlasıyla ödüllendirmektir.
Kur’an’da 27 kez yer alan “ قسطkıst” sözcüğünün, “ اقتساط iktisat zulme yol açmadan, aşırıya kaçmadan, hayırlı, yararlı yolu izlemek (Bu sözcük, “orta yolu izlemek” anlamındaki “ قصدkast” sözcüğünün türevlerinden olan “إقتصادiktisad” sözcüğüyle karıştırılmamalıdır)“ تقسيط taksit hakkı olan bir şeyi belli zamanlara pay pay bölmek” ve “ قسطاسkıstas” formları Arapça anlamlarının aynısıyla Türkçede de kullanılmaktadır.Rabbimiz hem “ عادلAdil”, hem de “ قاسطKasit”tir. Yani, hem adaletle hem de kıst ile muamele eder
Kur'an kelimesi :Arapçada,ق-ر-أ . Kıraat /okumak filinden türemiştir. harflerin kelimelerin bir araya getirilip toplanan çok okunan metin anlamındadır.Arapçada oku fiili toplanan bir araya getirilip çok okunan metinler anlamına gelir.
N
Nebi kelimesi Arapça ( ن ب أ ) n-b- e kökünden türemiştir Birincisi, “hemzeli” olan “nebîü” haber alan şeklidir.Arapça dil kuralarına göre Nebi, ism-i fâil özne olarak;Kısaca Allah’tan haber -vahiy alan kişi ve bu haberi vahyi diğer insanlara ulaştıran kişi anlamlarını birlikte içermektedir.
2-Rağıp el isfehani görüşü Nebi kelimesinin vavlı olarak gelirse (ن ب و ) n-b-v bu kökten,değeri yükseltilmiş olan kişi anlamına gelmektedir.Arap dil kuralına göre ism-i mef‘ûl formatı ( sıfat-fiil)“hemzesiz” olan “nebî” şeklinde geldiğinde ''değeri Allah tarafından yükseltilmiş kişi'' anlamındadır. Nebi Kelimesinin Çoğulu enbiyâ veya nebîyyün”dur Muhammed aleyhisselam nebilerin sonuncusu Hatemül Enbiya'dır.
Nübüvvet kelimesi anlamı:Yüce Allah’ın vahiy yoluyla öğrettiği bilgileri ve O’nun emirlerini insanlara ulaştırıp, ilâhî elçilik görevini yapan demektir.
Nutfe :Sözlük anlamı bir su damlası demektir.Bu su damlası hem erkek üreme hem kadın üreme hücresi sperma/ meni insanlığın ilk aşamasıdır.Bu ayetlerin insanoğluna, nasıl yaratıldığı hususunda, biyolojik yapısı hakkında bilgi vermek değil; müşrik ve kâfir insana bu şirkinden, küfründen dönmesi için bir hatırlatma ve ikaz olduğu gerçeğini zihnine nakşetmektir. O günkü insanların bilgi düzeyine uygun olarak Allah’ın kudretini kavratarak “Büyük bir kudretle bir damla sudan muhteşem bir varlık yarattım, sen de kalktın acziyetini, bayağılığını unutarak bu varlığı yaratana karşı büyüklük tasladın.” gerçeğini hatırlatmaktır.
M
Mesih.مسيMesih sözcüğünün kökü olan مسح’in mesh‘in anlamı, “herhangi bir şeyi elle sıvazlayarak temizlemek”tir.Mesih sözcüğü, mübalağa ism-i fail olduğundan, “ileri derecede kirli nesnelerin kirini sıvazlayıp temizleyen, tozunu kirini gideren” anlamına gelir.Sözcüğün bu anlamına göre Îsâ aleyhisselam'a bu ismin veriliş nedeni olarak şu görüşler ortaya atılmıştır: “Yeryüzünü meshettiği, yani birçok yerde dolaşıp tebliğde bulunduğu için, “hastaya el sürdüğünde hasta iyileştiği için”, yetimleri çok sevip yetimlerin başını okşadığı için, günahları temizlettiği için Îsâ’ya Mesih denilmiştir.Genel anlayışa göre ise Tevrât’a sürülen lekeleri temizlediği, temizleyeceği için Îsâ Mesih olarak nitelenmiştir.
MekraAllâh :Mekr. Hile yapmak, aldatmak; hile yapanı cezalandırmak anlamında Kur'an terimidir.Sözlükte "aldatmak, hile yapmak suretiyle birinin amacına ulaşmasını engellemek" anlamında masdar ve "hile, aldatma" mânasında isim olarak kullanılır. Allah'a nisbet edildiğinde "kötüleri hilelerinden dolayı cezalandırmak, tuzak ve düzenlerini etkisiz hale getirmek" mânasına gelir.Bazı âyetlerde de inkarcıların elçilere ve inananlara karşı düzenledikleri hileler mekr kökünden türeyen fiillerle ifade edilerek bu tür hilelerin yalnız sahiplerine zarar vereceği, Allah'ın bunları tesirsiz hale getireceği ve sahiplerini cezalandıracağı bildirilmiştir
Mîsâk: V-S-Ka ve Ve-Sü-Ka fiil kökünden türemiştir.. Lûgatta “sağlam yapmak veya işi sağlama bağlamağı ifade eder Vesseka; sağlam resmileştirdi demektir. Türkçe’de belgeyle kanıtlama, belgeleme.tevsik etmek şeklinde kullanan kelime de bu köktendir. Türkçe’de vesika kelimesi kendisiyle delilendirilen , güçlendirilen ve sağlam bağlanan mânasına kullanılır
Muslih; kendisi doğru olmakla birlikte, başkalarını da ıslah eden düzelten, onların yararına olacak şeyleri yapan ve yapmalarını sağlayan demektir.Muslih; ıslah eden, düzelten, tamir eden, bir şeyi iyi ve doğru yapan, insanların arasını düzelten demektir. Muslih, aynı zamanda üretken insan demektir. Sâlih kendisi için iyi, ama muslih hem kendisi için iyidir, hem de başkalarının iyi olması, onların da ıslah olup sâlih insan olmaları için çaba gösterendir. Bu bir açıdan cihad faaliyetidir.
Muslih, içine kapalı bir kimse değil; dışa açık, dışa doğru faaliyet gösteren, kendi tattığı güzellikleri başkasına da taşıyan, kendi ne ile ıslah olmuşsa, onlarla başkasını da ıslah etmeye çalışan kişidir. Islah olmak kendisine ne kazandırmışsa başkalarının da aynı şeyleri kazanması için faaliyet gösterendir.
Muhsin :Bu kelimenin özü İhsan,Hüsn güzellik ; iyilik, lütuf, bağışlamak, güzel düşünüp güzel davranmak, Hüsn güzellik, evrenin temel yaratılma sebebidir.Allah ile her an beraber olma şuuru ile yaşamaktır.İşte böyle ihsan üzere iyilik eden, güzel düşünüp güzel davranan kimselere kur'an'ı kerim muhsinler demektedir..Her kimde muhsin özellikleri varsa,Allah'ın sevgisine erişmiş mutlu kullardır. Onlar kopmaz bir ipe Allah'ın ipine bağlanmış olurlar. Hem bu dünyada mutluluk ile ve hem de ahirette yani dünyadan sonraki alemde kurtuluşa erdirilerek ödüllendirileceklerdir.
Muvahhid; Tüm putları Her Şekilde reddeden Mü’min‘Vahdet’ ve ‘Tevhid’ kökünden gelen
bu kelime, birleyen, Tevhid inancını kabul eden, ALLAH’ı bir olarak kabul eden kişi demektir
Mücrim. Günahkâr veya suçlu anlamında bir kur'an terimidir. Kelime aslı "cürm- cerm kelimelerinden türemiştir. Esas anlamı ; henüz olgunlaşmamış meyveyi ağaçtan kopararak ve ya keserek almaktır.Kuranı kerim bu kelimeyi her tülü haksızlık ve çirkin davranışların karşılığı olarak kullanmıştır.Bu kavramın özünde iyi ve güzel olana karşı zıt davranışları gerçekleştirmektir. Genellikle toplumun ileri gelenleri,her türlü ,imkanları olan bu kişiler Bencillik ,,kibir ,Allah'a iftira,bildiği halde yalanlayan,haktan nefret ,alaya alma,haksızlığa prim vermek,düzenbaz ,hilekar, sahtekar ,servet ve refahla şımarmak , ahiret inancı inkar ve elçilere düşmanlık sergileyendir.Kur'an'ın en fazla yerdiği kötülüklerin büyük kısmı ,bu suçlulardır.Mücrimler için kur'an'da verilen cezalar arasında hakir olma ,sonsuz ve kesintisiz azap,düzenbaz ve hilakarlıkla kazandığı amelleri karşılığını Allah'ın azabına maruz kalacağı gibi ağır cezalarla ifade edilmektedir
Münafık, içi kafir dışı mümin olanlar iki yüzlü
Müteşabih :Kısaca birbirine benzeyen anlamındadır.Kelime kökü şibh ve şebehtir. Müteşabih,birbirine benzeyen birden çok ve birbirinden güzel anlaşılır anlamlar içeren kinaye ve mecaz,diğer edebî sanatların da kullanıldığı yapılan benzetme ve örneklemelerden dolayı kültür seviyesi en alt düzeyde olanların bile anlayabilecekleri ayetlerdir.
Kur'ân'ın baştan sona lafızları, anlatım üslûbu ve mânâları birbirine benzemekte ve birbiriyle uyum içerisindedir. Kur'ân'ın bir âyeti, başka bir âyetiyle çelişmez.Birden çok ayetlerle ve birbirinden güzel anlaşılır şekilde anlamlar gerek kinaye,mecaz,diğer edebî sanatların da kullanıldığı yapılan benzetme ve örneklemelerden dolayı her insanın saf duru bir şekilde okunduğunda anlayabileceklere hitab ayetlerdir.
Müteşabih Özellikleri
a-Kur’an’ın bütün ayetleri manalarının sıhhati, sözlerinin belagati, anlatımda ki üslubu hususunda birbirinin benzeridir. Her ayetin ve kıssanın bir manası vardır. Fakat bu manalar ve kıssalar hiç bir zaman birbirine zıt değildir.
b- Müteşabih ayetler cinsleri nevileri ve sınıfları oluşturur tüm İnsanlara her devirde onun üzerinde düşünme ve yorum yapma imkanına sahip olur.Kimse nihaı noktayı koyma yetkisine sahip olamaz Dolayısıyla değişen zaman ve mekan şartlarına göre Allah'ın koyduğu kurallara göre sürekli aktif ayetlerdir.
c-İnsanı,onlar üzerinde düşünmeye, aklını kullanmaya sevk eder. Kur'an,insana bir nimet olarak verilen aklın kullanımını sıkça tembihlemiştir."Düşünmezler mi?""Akletmezler mi?" gibi Allah bu ayetlerle insanları bir imtihana tabi tutmuştur.
d- Hedefi muhkem ayetlerdir Kalplerinde hastalık bulunanların müteşabihe yoğunlaşarak fitneye bulaştıkları ifade edilmiştir. ilimde Sağlam, temeli güçlü, güven duyanlar ise herhangi bir şüpheye düşmezler.Allah'ın koyduğu hükümü kabul edip bilgiye ulaşanlar fıtratı bozulmamış, kendisi için gerçek ortaya çıktığında bunu kavrayan, kabul eden, kişisel zaaf ve beklentiler sebebiyle görmezlikten gelmeyen kişilerdir.
Muhkem /uhkimet : Muhkem sözcüğü "hüküm içeren" demektir.Kelime kökü محكم -Ha-ke-me"dir.hâkim ve hikmetli olmak, sağlam ve metin bir yapıda olmak anlamlarına gelir. Muhkem luğat manası ;sağlamlaştırılmış,Kendisi ile neyin kastedildiği anlaşılabilecek derecede Lafız ve anlam bakımından; şüphe doğuracak bir yanı olmayan, anlaşılabilecek derecede açık olan,herhangi bir ihtilâfa yol açmayan ve tek bir anlamı olan ayetlerdir.
Muhkem ayetlerin özellikleri
a-Kesin hüküm içerir.Her asırda muhataplara insanlar ve cinlerlerın benzerini getirmekten aciz kaldığı sözler
b-Net olmasından dolayı insanları kargaşa ve zulme düşmekten engeller
c-Muhkem ayetler açıktır, nettir ve tek bir anlam ifade eden kesin ilkelerin bulunduğu ayetlerdir.
d-Muhkem ayetlerden, ifade ettikleri birincil anlamlardan başka anlamlar çıkarılmaz.
Mesâni ;İkişer demektir mesnâ kelimesinin çoğuludur. “Çok anlamlı, Hakikatleri tekrar tekrar ortaya koyan usluplardır. Gerçekleri ifade etmek için çeşitli şekilde tekrarlanan ikişerli kümeler halinde pek çok ayetle ilişkili gelmektedir Allah, Kur’an’ı öğüt olması için indirdiğini birçok ayette tekrarlarken, verdiği öğütleri de Kur’an’ın her suresinde sürekli tekrarlamaktadır.Bu anlamlara göre müteşâbih ayetlerin te’vîli ayetlerin anlamlı şekilde güzel, ayetlerin birbirine benzeyen ikişerli ilişkisiyle açıklamaktadır.Bir konuyu özet olarak anlatan ana âyete muhkem, ona benzeyen ve açıklayan âyete de müteşabih denir. Bunları açıklayan iki müteşabih (benzer) âyette daha olur ve birçok konu çok sayıda ikili âyet ile (mesânî) açıklanır..
Mühürlenmiş kalp : İşlevini fonksiyonunu yerine getiremeyen kalptir.Kuran akletmeyi kalbe izafe eder. Onun bir fonksiyonu olarak görür. Günah ile , şeytan ile sürekli bir ilişkiye giren kalp artık kararıp , kabuk bağlayıp görevini yapamaz olur. Kalp akledemeyince göz görmez , kulak duymaz olur.
Müslüman/ Mümin :”Allah’a teslim olmaya söz veren” demektir. Savaşta teslim olan kişi ne yapar? Teslim alanın bütün şartlarını kabul ettiğini beyan eder.Kişinin Allah ile savaş yapması söz konusu değil. Buradaki teslim oluş;iradî bir teslim oluştur. Kişi şöyle ifade eder: “Hiçbir baskı altında olmaksızın, kendi iradem ile Allah ’ın bütün şartlarını kabul ediyorum”. Bu kabul edişe müslüman oluş denilir.Mümin; sözünde duran güvenen güven veren demektir. Allah’ın bütün şartlarını yerine getirmeye söz veren kişi, hayatının sonuna sözünde durur güvenen güvenilen
Mücrim: Cürüm, suç, günah işleyen demektir. Bunun başı da,helal ve mubah olarak algılamaktır.Bu kelime “cerame” kökünden gelir. Cerame: Bu fiil istenmeyen durumlar, hoş olmayan şeyler için “kazandı veya topladı” anlamına gelir. Yine ağaçtan meyveyi koparmak, toplamak bu fiile anlatılır. (Rağıb) Bu mânada mücrim dünyada topladığı günahların cezasını görüyor demektir. Mücrim kelimesini ismi fail oluşu bu işi devamlı yaptığını bildirir. Yani cürüm işlemek onun bir vasfı, karakteri olmuştur. Yoksa bir iki günah işleyene bu isim verilmez. Günahı sayılamayan demektir. Müslüman ise günahsız değil, günahı sayılabilen demektir.
R
Rasûl Bu kelimesinin kök anlamı : arapça'da ( ر س ل) r-s-l kökünden türeyen acele etmeden gönderilen, yollanmak anlamına gelmektedir.Rasul kelimesi ise hem gönderilen mesaj için ,hem de mesajı yüklenip ileten götüren kimse anlamındadır.
Kur'an'da geçen resul kelimesinin türkçede tam karşılığı elçi kelimesidir.Çoğul olarak Rusûl -Rasûl -Mürsel kelimeleri gelir
Rasul kelimesi kur'an'daki anlamı nebilerin vasıfları için tebliğ eden ,duyuran , çağrı ,davet eden,gösteren,örnek alınması anlamında gelmektedir.Bu kelimenin alanı umumîdir Kuran-ı kerimde Rasul kelimesi,sadece insanlara has bir olgu değildir,bu kelime insan,kitap ve melekler için de kullanılmaktadır
Sözlükte Necise /Necaset, İslâm’a göre murdar ve pis olan şeylere denir.pis olmak; çirkin bir fiil işlemek" anlamlarındaki reces masdanndan türemiş bir isim olan rics kelimesi "pis olan şey, pislik" demektir Birincisi, hislerle anlaşılan, İkincisi de gözle görülebilen, maddi olan mecaz anlamıyla bu manadan hareketle Doğası itibariyle akıl açısından, din açısından ve bunların hepsi bakımından olmak üzere dört türlü ricsten söz edilebileceğini belirtir. Bunlar için sırasıyla şu örnekler verilebilir: pis olan nesne., Allah'a ortak koşmak, içki, murdar hayvan eti (meyte)gibi..
Rics "Çirkin iş işlemek, pis olmak" anlamındaki çağulu ercas olan , rics kelimesi sözlükte kısaca "pislik, murdar, çirkin iş, işkence, küfür, günah, şeytan vesvesesi" gibi manaları ifade etmektedir.On yedi yerde geçen bu kelime, şeytan işi sayılan içki, kumar, dikili taşlar, kumar aletleri; kan,-leş,-domuz eti; ikiyüzlü kafirler ve putların bizatihi kendisi gibi maddi pislikler yanında, namusa halel getirecek cinsel suçlar/ öfke,azap ve imansızlık gibi. Şöyle ki ; ricz” kirletici günah,-rucz ‘terketilecek günah’,-neces -çirkeflik,-rics -iğrençlik’manen mecazi pislikler anlamında kullanılmaktadır
Rafes ; çirkin ve açık-saçık (müstehcen) söz anlamına da gelir.
Rics Sözlükte İslâm’a göre Necise /Necaset, murdar ve pis olan şeylere denir.Pis olmak; çirkin bir fiil işlemek" anlamlarındaki reces masdanndan türemiş bir isim olan rics kelimesi "pis olan şey, pislik" demektir Birincisi, hislerle anlaşılan, İkincisi de gözle görülebilen, maddi olan mecazidir. Doğası itibariyle akıl açısından, din açısından ve bunların hepsi bakımından olmak üzere dört türlü ricsten söz edilebileceğini belirtir. Bunlar için sırasıyla: pis olan nesne., Allah'a ortak koşmak, içki, murdar hayvan eti (meyte)gibi..
Çirkin iş işlemek, pis olmak" anlamındaki çoğulu ercas olan , rics kelimesi on yedi yerde şeytan işi sayılan içki, kumar, dikili taşlar, kumar aletleri; kan,-leş,-domuz eti; ikiyüzlü kafirler ve putların bizatihi kendisi gibi maddi pislikler yanında, namusa halel getirecek cinsel suçlar/ öfke,azap ve imansızlık gibi.arapça ricz kirletici günah,-rucz terketilecek günah’neces -çirkeflik,-rics -iğrençlik manen mecazi siğalarında gelir.
Kur’an’da rics sakınılması gereken pislikler mesaj olarak
Allah’ın yarattığı selim fıtrat çizgisi üzerinde yine O’nun lutfettiği aklı kullanmayıp küfür veya şirk bataklığına saplananlar, içi kararmış inatçı münafıklar, onur kırıcı itham ve iftira eylemi, domuz eti, içki, kumar, dikili putlar ve gaybdan haber alma amacıyla falcılık yapma. Rics ae maddî ve mânevî kirliliği ifade etmek üzere kullanılmıştır Arapça’da aşağılanmayı hak etmiş kişileri veya tiksinti uyandıran durumları nitelemek için kullanılan rics kelimesinin âyet ve hadislerde bazı nesnelere, davranışlara ve insan tiplerine nisbet edilmesinin sebebi, yetkin vasıflarla donatılıp üstün konumda tutulan insanın bazı durumlarda bu mertebesini korumaması ve bir âyette işaret edildiği gibi (et-Tîn 95/5) kendisini “aşağıların aşağısı”na indirmesidir. Bu sebeple ricsin yer alan söz konusu kötü nitelik ve davranışları insan psikolojisi açısından iğrenç telakki edilecek biçimde tasvir ederek onurunu koruyan kişilerin bunlardan sakınması gerektiği mesajını vermektedir.
Rububiyet Allah’ın rububiyeti O’nun yaratılmışlar âlemine bakan yönüdür sonsuz kuvvet ile idaresi altına alan, tedbir ve terbiye eden . Yani bunları yapabilecek sonsuz bir güce sahip olmaktır. Yaratmak, rızık vermek, diriltmek, öldürmek, yağmur yağdırmak, bitkileri yeşertmek ve kâinattaki işleri çekip-çevirmek gibi, yegâne Rab olan Allah Teâlâ'nın fiilleridir.
Uluhiyet : ibadet edilmeye lâyık olan yegâne mabud bütün varlıkları yaratan Allahtır" diye ifade edilebilen hakikat. Yalvarıp-yakarmak,korkmak, ümit etmek, tevekkül etmek,tevbe etmek, istemek, ürpermek, adak adamak ve imdat dilemek gibi kulun fiili olan ibâdetlerdir Bunu yapan mü’minler, sadece Allah’a itaat etmek ve O’nun rızasını kazanmak için yaparlar.
Rüşd : Rüşd, kavram olarak ‘ğayy’ın, (yani şaşırma, sapıtma ve doğru yolu bilememenin) zıddıdır.Rüşd, doğruluktur, yani istikamet üzere olmaktır. Kur’an-ı Kerim’in pek çok yerinde Rüşd kelimesi, dosdoğru yol, Hakk yol manalarında kullanılmaktadır.
Türkçe’de kullanılan ‘Rüştünü ispat etmek’ deyimi, kişinin aklını iyi kullanması, doğru olan şeyi yapabilme, iyi olan şeyleri tercih edebilme olgunluğuna ulaştığını ifade eder. Rüşd bir bakıma mükemmelliğin başlangıcıdır. Çünkü kemale giden yolun ilk basamağını Rüşd oluşturmaktadır.
Doğru yolu bulup bağlanmak, hayra isabet etmek, akıl ve ruh bakımından olgunlaşmak, dinine ve malına gelecek zararı bilmek, doğru düşünmek, iyi ve doğru olan şeyleri yapabilme olgunluğuna ulaşmak demektir.
S-Ş
Salihat.Bu kelimenin kök türevi Islâh: düzeltmek, iyileştirmek .Salihat sâlih ameller, ıslah edici iyilikler demektir. Sâlihât’ın türetildiği sulh =salah kökü ise birden fazla taraf arasında barışı sağlamak anlamına gelir. Üçüncü kişileri bağlayan iyiliği ifade eder.Sâlih amel el-‘amelu’s-sâlihât 6 kez tek başına, 56 kez ise iman kelimesiyle bulunur.Sâlihât, Kur’an’da tek başına sâlihât olarak da geçer.Kur’anî bir kavramdır ve Islah, musalaha ve ıstılah kelimelerinin de barıştırmak manasında da kullanılınır. Salihatın zıd anlamıda İfsaddır
Salat Türkçede salât’a “namaz” derler. Namaz,Farsça ibadet anlamına gelen nemaz’dan Türkçe’ye geçmişti. (Lisan'ul-Arab) uzman alimleri tarafından 18 kadar anlamı tesbit edilmiştir.Salat çok anlamlı ilk bakışta birbiriyle alakasız gibi duran kök anlamlara nisbet eden kelimelerden biridir.Kur’an’da da farklı vurgular ve farklı anlamlarda kullanılmıştır.. En çok kullanıldığı anlam hiç şüphesiz namaz ibadeti manasıdır.Dua ve istiğfar -ibadethane-destek-din ve dindarlık -davet- devamlı kulluk-yaratılış amacına uygun hareket - keffaret-anlamlarında kullanılmaktadır İnsanın dinini desteklediği için namaza da “salât” denmiştir. Efendimiz’in “Namaz dinin direğidir, onu doğrultan dini doğrultmuş olur, onu yıkan dini yıkmış olur” hadisinde salât’ın kök anlamına da bir atıf vardır. Hadisteki “direk” manasına gelen imâd ile salât’ın manalarından biri olan ve “omurga” anlamına da gelen ‘amud arasındaki akrabalık dikkat çekicidir.Ancak tüm anlamları kök anlamı destek manası kelimeleri ortak anlamında buluşturmaktadır Kur’an’da her salât’ kelimesine namaz denmesi ,ayetleri konuları hikmetlerini doğru kavramamaya sebep olmuştur.
Semavi din, Yüce Allah'ın gönderdiği vahye dayanan dinlere denir. Bunlar, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam dinleridir.Yahudilik,Hz.Musa'yav eisrail peygamberlerine gönderilen Tevrat'a;Hıristiyanlık,Hz.isa'ya gönderilen İncil'e ve İslam ise Hz.Muhammed'e gönderilen Kur'an-ı Kerim'e dayanır. Semavi olmayan dinler de vardır. Bunlar, Allah'tan vahiy almamış insanlar tarafından kurulmuşlardır. Konfüçyüs'ün kurduğu dine Konfüç-yüsçülük, Budda'nın kurduğu dine Buddizm, Tao'nunkine Tao culuk, Hindliler'in atalarından gelen dinede Hinduizm denmektedir.
Dinler, böylece kaynak bakımmdan ikiye ayrılmış oluyorlar.Vahye dayananlara semavi, vahye dayanmayanlara beşeri dinler deniliyor.İsimlerini zikrettiğimiz dinler tarihi en eski ve inanıp kabul edenleri en çok olanlarıdır. Şüphesiz bunların dışında başka dinler de vardır. Ancak, inananları
ya hiçkalmadığı için veya sayıca az insan tarafından kabul edildikleri için onlara burada değinilmemiştir.
Seyyie (kötülük, çirkinlik) kelimesi, hasene kelimesinin karşıt anlamı olarak kullanılır Âyetin sonundaki “fahur” kelimesi ise ismi mübalâğadır ve çok böbürlenen ve çok aldanan anlamındadır.
Sehatin Suht: :Kur’ânı Kerîm'in dört yerinde geçenسخط razı ve hoşnut olmanın tersini iğrenç, tinsinç, tiksindirici.,buğzetmek olduğunu ifade etmektedir.Kur’ânı Kerîm'in üç yerinde Allah’ın öfkesini ve hışmını anlatan bu söz,bir yerde de münafıkların kızgınlığını ifade etmek için kullanılmıştır.
Şaki : Şaki , ruhuna vahyin nurunu ulaştırmamış kişidir. Öğütten kaçanlar ise “şaki”lerdir. Bedene ve dünyaya kendini kaptırmış , hakikati dinlemeden ondan yüz çevirmiş ve yalanlamış , isyan etmiş kişidir. Şakiler , öğüt almayanlar , bedbahtlar Kuran’ın deyimi ile mutlaka “büyük ateşe” gireceklerdir.
Eş Şifa : Yaygın kabule göre “derde deva olmak” anlamına gelen eş-şifâ’ kelimesi, Kur’ân’ın Kur’ân’daki isimlerinden biridir. “Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt ve kalplerde oluşabilecek her tür manevi hastalık için bir şifa, inananlar için de bir rehber ve rahmet gelmiştir.” Şüphe yok ki Kur’ân’ın şifa olması, manevî hastalıklarla, yani inanç hastalıklarıyla ilgilidir. Kur’ân, insanların iç dünyalarını onaran bir şifadır. Nitekim Yüce Allah, aynı kökten bir kelimeyi yeşfi kullanarak, Allah yolunda savaşanlara yardım edeceğini ve müminlerin gönüllerine ferahlık vereceğini ifade etmekte, böylece şifâ’ kelimesinin gönülle alakasını ortaya koymaktadır. Bu kelimenin elbette maddî ve bedensel anlamda bir deva anlamı da vardır. Hz. İbrahim’in duasında Hastalandığımda bana şifayı O verir” (yeşfîni) ve “Bal nimetinde insanlar için şifa vardır”şifâ’ âyetlerindeki kelimeler bu anlamdadır.
Sultân kelimesi genelde “kanıt, delil” olarak anlamlandırılmıştır. Bu kelimenin Kur’an’da “yetki, güç, açık bir delil, yaptırım gücü, hâkimiyet” gibi anlamlarda kullanıldığını görüyoruz. (bkz Necm 23, A’râf 71, Zâriyât 38, İbrahim 10- 22,Sâffât 30–151, Kasas 35, İsra 33- 65- 80) Kelimenin “yetki, iktidar” anlamından yola çıkarak Allah’ın Hz. Musa’ya verdiği mucizeler ve peygamberliğinin yanı sıra devlet başkanlığı, yani siyasi gücü kullanma yetkisini de verdi diyebiliriz.(bkz Kasas 35)
Zâriyât 38’de Hz Musa’nın Firavuna gönderilişinden bahsederken sadece “sultânin mübîn” ifadesi geçiyor. Bu âyete göre sultân; asa ve yedi beyza mucizeleri de olabilir. Bu durumda âyetler kelimesi ile de Tevrat veya ilahi mesajlar kast edilmiş olur.
Sûre kelimesinin lugat manası, yüksek rütbe, mevki, şeref, binanın kısmı veya katları manasına gelir. Çoğulu suverdir katlara sûre denildiğinden dolayı, Kur'ânn muhtelif kısım ve tabakaları teşkil eden parçalarına da böylece süre adı verilmiştir. Her sûre Allahın ilahi mesajlarını kapsadığı için ve yüksek bir mevkiye layık bulunduğundan bu ismi almış
Ş
Şahit kavramının sözlük anlamının aracı, ortada, sözü dinlenen, haberci, bütün gözlerin kendisine çevrildiği kişi, örnek alınan, model edilinen, kendisine tabii olunan kişi demektir. bir insan bir kitabı değil Bir insanı örnek alır elçinin örnekliğini, şahit olmanın canlı olmayı gerektirir.Müslüman'ın, Allah yolunda sürekli çaba sarfedenin dirisine şahit ölüsüne şehit denir. Şehit olmanın ölçüsü ölüm biçimi değil yaşam biçimidir
T
Tağut : Kuran’daki tevhid inancına saldıran , zarar vermek isteyen azdıran her şey tağuttur.
Tâiru : Şe’m kökünden türeyen teşe”üm, “uçmak” anlamındaki ,tayr kökünden türeyen tıyere (tetayyur), tâir kelimesiyle birlikte kullanıldığında Kur’an’ın nazil olduğu dönemde Araplarda kuş; kader, kısmet, talih, nasip, hisse veya pay belirlemek için kullanılan bir hayvandır. Bu sebeple Araplar; kuş uçurarak hayatlarını anlamlandırıp vakitlerini şekillendirirler, kuşun sağa, sola, dikine uçuşlarına farklı farklı yorumlar yapar, aşağı inişlerine de kötü olan yorumlar çıkarırlardı. Câhiliye Arapları kuşların yanı sıra bir kısım özellikler taşıyan insanlarla kulağı yarık, boynuzu kırık hayvanları ve bazı sesleri de uğursuz kabul ederlerdi. .Kur’ân-ı Kerîm’de “tıyere” kavramı inkârcıların kendilerini haklı göstermek için başvurdukları bir bahane olarak zikredilir.Kur’an’da aynı tepkiyi Hz. Sâlih’in kavmi Semûd Hz. Mûsâ’nın muhatapları Firavun ve taraftarlarının ve Yâsîn sûresinde bir “karye” halkına gönderilen hak davetçileri muhatapları tarafından yalancılıkla itham edilmiş ve uğursuzluk getirdikleri ileri sürülmüştür.
Uğursuzluk “işlerin ters gitmesine yol açtığına inanılan nesne, olay, fiil ve durum” anlamına gelen uğursuzluk kelimesi “uğur, uğurlu şeyleri gösteren simge” anlamındaki fâlin zıddı olup “gören ve işiten kişinin nefret duyup reddettiği şey” demektir.
Allah rasulu bir rivayette ise, “Uğursuzluk anlayışı yüzünden işinden vazgeçen kimse şirke düşmüş olur” demiş, bunun kefâretinin ne olduğu sorulduğunda, “Allahım! Senin hayrından başka hayır, senin takdirinden başka takdir ve senden başka ilâh yoktur” denmesini öğütlemiştir(Müsned, II, 220).
Çağımızda da bu batıl ,hurafe anlayışı benimsemiş ,uğursuz kabul ettikleri şeylerden, kendilerine kötülük ve zarar geleceğini sanır ve onlardan uzak durmaya çalışırlar.Bu yüzden de korku ve endişe içinde yaşarlar. Aslında hiçbir şeyde uğursuzluk bulunmadığı gibi hiçbir şey uğurlu da değildir. Uğursuzluk herkesin kendinde, kendi yorumunda ve anlayışındadır. Halk arasında kullanılan, “Uğurlu geldi, uğursuzluk getirdi” gibi sözler birer zan ve kuruntudan ibarettir
Takva; Takva' kelimesinin esas anlamı v-k-y kökünden gelen 'vikaye, vakyen, vâkıeten, vikâü' kelimeleri yaklaşık aynı manada, zarar verecek şeylerden çekinmek, bir şeyi korumak, birşeyi başka birşeyle bir tehlikeye karşı korumaya alma demektir.Kur'an gelmeden önce Arapça'da takva (veya fiil hâlinde ittika) 5 Harfli fiil kalıbları , insan ve hayvan gibi bir canlı varlığın kendini, dışarıdan gelebilecek bir zarara karşı savunması anlamına gelen dinî bir mana da kullanılmayan kelimedir Ancak Kur'an, bütün diğer kavramlar gibi 'takva' kavramını da sözlük anlamını temel alarak ve öz manasını koruyarak onu daha da zenginleştirdi, ona yepyeni bir anlam kazandırdı.
Takvâ sözlük anlamı ; Kuran'a göre çekinme ,takvalı olma anlamında kullanılan ,sakınma, gibi sadece, Allah karşı günahtan kaçınmak ,Allah'ın emir ve yasaklarına uymakta titizlik göstermektir. Allah'ın himâyesine girmek,analarında kullanılmakta Takva kelime kökü ittekaa şeklinde 5 harfli fiili korunmak sorumluluk duyularak davranma hassas ve bilinçli davranan takva sahibleri müminler sorımluluk bilinci ile hassas / dikkatli ve titiz davranan mü’minlere “Müttakî denir
Kur'an-ı Kerim'de düşünmeye yönelik kavramlar
Rabbimiz, birçok konuyu düşünebilmemiz için bizi, soru sorarak eğitir. Soru sorarken de, Kur’an’da anlatılan her bir konu hakkında tedebbür, tezekkür, tefekkür, tefakkuh etmemizi ister. Kısaca ayetler ve olaylar arasında bağ kurmamızı ve aklı selim olmamızı ister. Hiç düşünmezmisin? görmezmisin? akletmezmisin? der. Zihni ve kalbi düşünme boyutları arapçada tefa’ul babından gelen bir fiil kalıbıdır Bir işin aşama aşama yapıldığını ifade eder İmanın Kalbî ve Zihni 5 önemli aşamalarını Kur'an'da adı gecen kavramlar şunlardır:
1-Tezekkür: Tezekkür :doğru bilgilerini yerinde kullanılarak yapılan düşünüp öğüt alınan düşünme eylemidir r.Hatırlamaya ve hafızaya gerçeği hatırlamak dayanır.
2-Tedebbür: gelecege yönelik düşünce demektir.Hadiselerin ve eşyanın arkasına geçmek (dübür)Bir meselenin köküne/ arka planına inmek demektir.
3-Taakkul: bağlantılardan sonuç çıkarma geçmis ve gelecek arasıda bağ kurmak demektir.akıl bağ demektir.aklını çalıştırmak
4-Tefakkuh: geçmis, gelecek ve bunlar arasındaki bağlantıdan yola çıkarak bugüne ilişkin sonuçlar çıkarmaktır.Anlayıp hayatın pratiklerine dönüştürmeye çalışmak
5-Tefekkür: Bütün bu süreçlerin tümünü kapsayan düşünme melekesidir.Fikir üretme aşaması,hatırlamak, iyice düşünmek.Tefekkür التفكر kelime kökü : فكر F-k-r kökünden gelen lügatte; hatırlamak, iyice düşünmek fikir üretme aşamasıdır
Ayrıntılı açıklama sırasıyla verilmiştir;
Tedebbür, دبر d-b-r kelimesinden türemiş,dubur, önün zıt anlamlısı olup, arka ve ard anlamına gelir.Arka plana göre, arkayı anlamak.Bize aktarılmak istenen şeyler düz bir biçimde değil onu anlayacağımız şekilde gönderilmiştir. Onu okuyup ama anlamamız gerektiğini vurgulamaktadır. Fiil halindeki kullanımları ise bir şeyin ardınca gitmek, birşeyi takip etmek anlamlarına gelir.Bu kökten gelen tedbîr kelimesiyle de sonuç hakkında düşünerek gereken önlemleri almak demektir.Arka, ard, geri, iz takip etmek için ardınca gitmek gibi anlamlarla bağlantılı ; gözleme dayalı bir düşünme eylemidir.Bir işin sonucunu;,başından itibaren , göz önünde bulundurma ve sonunun nereye varacağını hesaplamak anlamlarına gelir.
Tezekkür التذكر zikr, kelimesinden türetilmiş,Geçmişe yönelik düşünce demektir.Mesajları Düşünüp öğüt almak, ibret almak, ders çıkarmak demektir. Hatırlamaya ve hafızaya dayanır. Kelimenin kökü olan zikr, unutulmuş bir şeyi hatırlama gayreti demektir,Geçmişe yöneliktir,
Teakkul: Geçmiş ve gelecek arasında bağ kurmak "akil" bağ demektir.Aklını çalıştırmak ,düşünmek anlamında tanım yapılmıştır.Akıl, duyu organları aracılığıyla kendisine ulaşan bilgileri değerlendirerek doğru ile yanlışı ayırabilen, her türlü kavram ve fikirler arasında mukayeseler yapabilen; varlıkları, gaye, imkân ve ihtimal noktasından inceleyip onlar hakkında doğru bilgiler ortaya koyabilen zihinsel bir güçtür.Kur'an Akıl kullanılmayınca doğrudan doğruya varlıklar ile onları yaratan arasında olması gereken bağlantıların kurulamayacağını belirtmiş. Allah’ın lütfuyla sahip olduğumuz bu yeteneği, uzun tecrübelerimizden sonra elde ettiğimiz alışkanlıklar, doğru tahmin yeteneklerimizin gelişmesini sağlar.Hayatı doğru okumak ve anlamak için Yüce Allah'ın insanlığa kazandırdığı kur'an'ın öğretisidir.
Tefekkür: .Tefekkür, “Bilinmeyeni elde etmek için bilinenleri sıraya koymaktan ibarettir.Kısaca “maksada ulaşmak için işleri incelemeye, araştırma ve olaylara akıl yormaya denir. Allah’ın zâtı hakkında düşünülemez çünkü Allah, şekil ve suretten münezzehtir.Bundan dolayı tefekkür, somut ve gözlemlenebilir deliller üzerinde,düşünme eylemidir Bu yönüyle de tüfekkür, gözlemin bir çeşididir.Muhammed (as)’in“Allah’ın nimetleri hakkında tefekkür edin,Zâtı hakkında tefekkür etmeyin! tefekkürdeki bu anlamı görebiliriz
Tefakkuh: fıkhetmek, doğru, derin ve ince anlayış, bilinenden bilinmeyene ulaşmak,, Lehinde ve aleyhinde olanı tesbit etmesidir. Geçmiş, gelecek ve bunlar arasındaki bağlantıdan yola çıkarak bugüne ilişkin sonuçlar çıkarmaktır. Tam bir anlayış ve kavrayış bağ kurmaya yarayan düşünme şeklidir.Kast ettiği aklın merkezi kalptir. Yani akletme kalple gerçekleşir.
özellikleri ;
1-Birinin ne söylediğini anlarız, bu "fehm"dir; fakat söylenenin, olup bitenin bir şeyin özünü, aslını anlama, gerçeğine erme, onu bütünüyle kavrayıp bir sonuca varma "tefakkuh"dur.
2-Dini tefakkuh ettiğiniz zaman onu şekilde değil özde yaşamaya başlarsınız. Kur’an’ın kıssalarını hayatın içinde okumaya başlarsınız. Kıssadan hisse almak tefakkuh ile mümkündür.
Tedebbür, Tezekkür ve Tefekkür ettiğiniz meseleyi hayatınıza ahlak olarak uyarlama tefakkuh'tur Allah Kur’anda ‘tefekkür, tezekkür, teakkul’ gibi düşünmeyi anlatan farklı fiillerle insana ‘olayların içyüzünü düşünmeyi, ibret alarak düşünmeyi, aklı kullanarak derinlemesine düşünmeyi’ emretmiştir.Hatta aklını kullanmayanın üstüne pisliği yığacağını söylemiştir
Tevil : Te’vîl sözcüğü “yorum tefsîr etme gibi anlamlara çekilmiş çarpıtılmıştır. Tevil kelimesi, Kur'an'da tefsir manasında değil, işin varacağı netice anlamında kullanılmıştır. Bu sözcük الرّجوع – “rücû etmek ve varacağı yere vardırmak, aslına döndürmek, bir şeyin vakti geldiğinde vuku bulması, ortaya çıkması anlamındaki yani birinci, ikinci, üçüncü şeklinde ardı ardına dizmek, sıralamak, öncelik sırasına koymak anlamlarında olur.
Tecessüs =التجسّـس Sözlükte “araştırmak, dikkatle bakmak” anlamındaki cess kökünden türeyen (التجسّـس) tecessüs “gözetlemek, bir haberi araştırmak, iyice öğrenmek” demektir. Ahlâk terimi olarak bir kimsenin özel durumunu merak edip öğrenmek için onun bilgisi ve rızası dışında gizlice araştırma yapmayı ifade eder. Aynı kökten düşmanın sırlarını öğrenip bilgi sızdıran kişiye câsûs denir.
Tecessüs kavramı her türlü gizli bilgi edinme çabasını içerirse de kaynaklarda daha çok kötü maksatlı araştırmalar hakkında kullanıldığı belirtilir.
Hiss kökünden türeyen tahassüs kelimesi de “gizli konuşulanları dinleme, kulak kabartma, bilgi toplama” gibi anlamlara gelmekle birlikte tecessüsün özellikle gizli kalması istenen bir duruma vâkıf olmak için kötü niyetle araştırmayı, tahassüsün ise bir konuda haber toplamaya çalışmayı ifade ettiği, ilkinin kendi adına, ikincisinin başkası adına yapılan araştırmayı belirttiği veya ikisinin aynı mânada olduğu yolunda açıklamalar yapılmaktadır (Lisânü’l-Arab, İbnü’l-Esîr, I, 272; Şevkânî, Fetĥu’l-ķadîr, V, 75).
Kur’ân-ı Kerîm’de tecessüs ve tahassüs masdarlarından birer fiil bulunmakta olup ilkinde
Hüsnü Zan: Bir konuda güzel düşünmeye denir.
Sui Zan: Bir konuda kötü niyet olduğunu düşünmek, hoş olmayan duygular beslemektir. Sû-i zan kötü ahlakın en büyüklerindendir. Sû-i zan’da tehlikeli, hüsnü-ü zan ise iyidir.” denmiştir
Peygamberimiz (sav), “Hüsnü zan güzel ibadetlerden biridir”, “Başkası hakkında bana kötü bilgi getirmeyin; ben yanınıza hakkınızda iyi düşünerek selim bir kalple gelmek isterim” demiş ve hüsn-ü zanna teşvik etmiştir.
Teşbih : Bir şeyi başka bir şeye benzetmek manasına gelir. Aynı zamanda teşbih, İki şeyin bir manada müşterek olduklarını; ister hakikat ister mecaz olsun, bunlardan her birinin diğerinin yerini tutup, onun yerine geçeceğini göstermektedir.
Tevfîk: Vifāk kökünden.Allah’ın, kulun yararına olan şeyi yapmayı dilemesi ve kulu; kendisinin beğeneceği, râzı olacağı şeyleri sevmeye, dilemeye ve yapmaya muktedir kılması; kendisinin beğenmeyeceği, gazap edeceği fiillerden tiksindirmesidir ikrâh ettirmesidir. Bu sevdirme ve nefret ettirme eylemi, Allah’ın işidir. Kul, sadece bu eylemin ortaya çıktığı mahalden/yerden ibarettir.
Tevvab kelimesi, tövbe işini her daim yapan manalarına gelir. Kullar için kullanıldığı zaman tek başına, Allah için kullanıldığı zaman ‘âlâ’ edatı ile kullanılmaktadır.Böylece “Allah kuluna tevbe etme gücü verdi, kul da tevbe etti” anlamına gelir. Yüce Allah'ın sıfatı olarak "et-Tevvab" ise; günahlardan rucu edip, Allah'a yönelen kişinin tevbesini her daim ve sürekli kabul edip, kulunu affeden manasınadır. Bu itibarla tevbe kul hakkında günahlardan dönmeyi, Yüce Rabbimiz hakkında da cezalandırmaktan dönmeyi ifade eder, yani kul Rabbine döner, Rabbi de onun bu yönelişini kabul eder ve onu cezalandırmaktan vazgeçer. İnsan için kullanıldığında “çok tövbe eden”, Allah’a nisbet edildiğinde “tövbeleri çok kabul eden” demektir. İnsana nispetle kullanıldığında her türlü günah ve mâsiyetten itaate dönmeyi anlatır.
Teberrüc :muteberricât kelimesi burc kökündendir Açılıp saçılarak dikkat çekmek ve vücudu göstermek, ortaya çıkarmak manasına gelir. .Bu kelimenin açılımları 1- ibrâc Kule yapmak, burç dikmek, yüksekçe yapı kurmak ,2- tebrîc kale yapmak,3- teberrüc süslenip püslenmek 4-burç /burcu’l-irsâ kule, yayın kulesi ,burcu’s-saa’ saat kulesi kelimeleri bu köktendir.Yine Araplar kendi güzelliklerini göstermesi açısından kadının saraya benzemesi teberreceti’l-mer’etu demektedirler: Aramice’de burgâ, Hind-Avrupa dil kökünde yüksek yer, hisar anlamına gelir. Türkçe’ye girmiş olan burç, burgaz,burjuva kelimeleri bu köktendir..
Tertil :Kalbin okuması acele etmeden, Bir metni yavaş yavaş, dura dura, bazı şeyleri görünür şekilde, en uygun düzen içinde ve acele etmeden sindirerek bir araya getirmek anlamına gelir.manasının hakkını vererek okumaktır.kalbinle okuyup ön yargısız hissederek yaşarak yavaş yavaş okuyarak hayatını yaşantını kuran ahlakını hücrelerine kadar yedirmek
Tilavet arapçada ''utlu '' olarak çeşitli anlamları türevleriyle geçer. Dilin okumasıdır Okuduğu bilgiyi gerek cismen, gerekse yaptıklarına uymak sûretiyle birinin ardına düşmek, ardından gelmek, demektir Tilavette de yapılması gereken sesli telaffuzudur , sesli olmayan okuma tilavet sayılmaz.
U-Ü
Uluhiyet "ibadet edilmeye lâyık olan yegâne mabud bütün varlıkları yaratan Allahtır" diye ifade edilebilen hakikat. Yalvarıp-yakarmak,korkmak, ümit etmek, tevekkül etmek,tevbe etmek,istemek,ürpermek, adak adamak ve imdat dilemek gibi kulun fiili olan ibâdetlerdir
Uluhiyet; namaz, oruç, zekat, hac ve kurbanda, duâda, adakta, korkuda, ümit ve sevgide, ibadet ve itaatte sadece Allah’ı birlemek, bu ibadetleri yalnız O’nun için yapmaktır. Bunu yapan mü’minler, sadece Allah’a itaat etmek ve O’nun rızasını kazanmak için yaparlar.
Tevhid üç başlık altında ele alınabilir:
1. Uluhiyyet tevhidi: Karşılığı ‘iman’dır.
2. Rububiyyet tevhidi: Karşılığı ‘İslam’dır.
3. Ubudiyyet tevhidi: Karşılığı ‘salih amel’dir.
Bu üç başlığın son ikisi birincisine bağlıdır. Zira Uluhiyyet tevhidi olmadan, ne rububiyyet tevhidi olabilir ne de ubudiyyet tevhidi olabilir. Tıpkı imansız bir İslam’ın ve salih amelin olmayacağı gibi
Ulü’l-elbâb :Kur’an-ı Kerim’de 16 ayette geçen “ulü’l-elbâb” ifadesini “saf akıl sahipleri” olarak dilimize çeviriyoruz. (Bkz: Ragıp el-İsfahani, el-Müfredat, l-b-b mad., s: 733) Bununla, fıtratı bozulmamış, kendisi için gerçek ortaya çıktığında bunu kavrayan, kabul eden, kişisel zaaf ve beklentiler sebebiyle görmezlikten gelmeyen kişiler kastedilmektedir.
Bu tabir, sağlam duruş sergileyen kişiler için de kullanılır. Çünkü bu tür insanlar, herhangi bir konuda donanımlı olsun veya olmasın, doğrulara açıktırlar ve gerçek ortaya çıktığında herhangi bir tarafa çekmeden gerçeği kabul edip hareketlerini ona göre düzenlerler. Önyargı ve saplantıları olmadığı için sürekli gelişim halindedirler.
Ümmet :Arapçada dilinde bir kelime, pek çok benzer yada farklı anlamlara sahiptir.Bunlardan biriside'' Ümmed'' kelimesi kur’an’da birbirini tamamlayan benzer manalarda gelir Ümmet terimi imam kelimesinin çoğuludur.İslamdan önce bu kelimenin, ümm, imâm, ümmî türevleriyle bilinen anlamları şunlardı:Hedef , gaye,niyet , merkezî bir konum ve bir şeye yönelmek ,geçmek ve başı çekmek, sevk ve idare etmek ,asıllık ve kaynak, cemaat ve topluluk gibi anlamlar taşıyan gibi emm’ kökünden türetilmiştir.Toplumda Hem neseb, hem de sebeb asabiyetini (bir başka sebeple aralarında yakınlık ) ifade için kullanıldığı gibi .Toplanma" ve aynı cinsten bir şey etrafında buluşma.anlatır. Arapça’da ümm= anne, ümmi ve imam =önder= lider kelimeleri, ümmet ile aynı kökten gelmesine rağmen, farklı anlamları ifade ederler. Ümm (anne) bir şeyin vücûduna vesile olan ve asıllık eden,türün devamını sağlayan terbiyesine , ıslahına veya başlangıcına asıllık eden manâsınadır.
Kur'an'a göre ise ümmed,kelimesinin kullanımları
1-Ümmet İmam, önder kendine has bir dine sahip olan kimsedir.
2-Zaman, uzun zaman anlamında : Ümmet'i tanımlamada yer; ümmetin üzerinde yaşadığı ülke, vatan veya ümmetin siyasî olarak hâkim olduğu toprak parçası, beraberce yaşadıkları çağ ve zaman, din; aynı yer ve zamanında aynı dine bağlı insanların oluşturduğu topluluk anlamında.
3-Cemaat, topluluktur: Bir imamın önderin, başkanlığı altında sağlam bir topluluk oluşturup düzenli bir şekilde faâliyette bulunan ve diğer insanlara önderlik bir topluluktur. Kendi irâdeleriyle veya bir zorunluluk sonucunda aynı yerde, aynı zamanda veya aynı dine uymak sûretiyle bir arada yaşayan insan topluluğudur. Ümmed , iman üzere olduğu gibi, küfür üzere de bulunabilir; Faâliyetleri sâlih amel de olabilir, fitne ve fesat da. Kişilere göre ‘imam-önder’ hangi konumda ise, gruplara/topluluklara göre de ‘ümmet’ o konumdadır.
4-İslâm ümmetidir, Kur’an’a göre bir tek ümmed anlamında İnsanlık içerisinden çıkartılmış en hayırlı ümmettir. Allah’ın yarattıkları arasında bazı ümmetler, hakka iletirler ve hak ile adâlet yaparlar. İnsanlar arasından çıkartılmış en hayırlı ümmet olan İslâm ümmeti, diğer ümmetlere karşı üstün bir konumdadır.5-İslami,Allah'a karşı sorumluluk bilinci salihati amel fiileriyle öğretisi ile gelir.
V
Vekîl :savunucu koruyucu ve gözetici anlamlarına gelir. Kur’an’da Allah’ı niteleyen ve sıfatı olarak vekil,yarattıklarının tedbirini üzerine alan Vahiyi , peygamberi ,.Allaha yönelenleri savunan, koruyan ve gözeten Yüce Allah olduğu herşeyin üzerinde bir gözetici ve hakkın üstün gelmesini sağlayıcı olarak ifade eder.
Vizr: Günah ve ağır yük mânasına gelir ki, burada günah ve günahın cezasını çekmek anlamındadır. Yani ahirette ceza çekecek kimse, hiç kimsenin günahının cezasını çekecek değil, herkes kendi suçunun cezasını çekecektir.
Z
Zikir :Toplumuzda Zikir kavramı, Kur’an’da çok geniş bir anlama ve muhtevaya sahip olduğu halde günümüzde neredeyse tek anlama düşürülmüş zikir denilince belli sayılarda islami sözcükleri dil ile tekrar tekrar okumaktır..Kur'an'a göre zikir ise sadece sayı ile dil okumak değildir .
Sözlük anlamı: Zikir-Zikra-, Tezkir, Mezkür,Müzekkir,Zakirat ,Zakiriyn,zeker,Zükür,Zükran,Ehli Zikir Çoğulu zükûr, ezkâr gibi gibi türevleriyle gelir.Sözlükte bir şeyi anmak, hatırlamaktır. Kısaca Bir şeyi hatırlama , hatırlatma ya da hatırda olanı muhafaza etme, söylemek, bahsetmek, hatırlamak, hatırlatmaya ,düşünceye sevkeden ibret ,düşünme,öğüt, ihtar, uyarı diyebiliriz
Zikir kur'anda geçtiği ayetlere göre kullanılan anlamları ;
Anlamak, anlatmak, besmele, bilme, davet etmek, delil, düşünmek, görmek, hatırlamak, hatırlatmak, Yol gösterme,Kulluk yapmak, ibret, iman, kulluk yapmak, itaat etmek,kıssa, konuşmak,Kitab,Kur’an, Allah’tan başkasına kulluğu yasaklayan vahiyler Kur'an dışında ilâhî kitaplar, daha önce kendilerine kitap verilen kitap ehli,zikir ehli .mükâfatlandırma, namaz kılma, okumak, öğüt, öğüt almak, öğüt vermek, sevmek, söylemek, şan, şeref, şerefli, şükretmek, Tevrat, uyarı, vahiy, yol göstermek. Aynı kökten gelen zekere, erkek anlamına gelmektedir.
Kuran tezkir bir zikirdir. Hatırlatmadır.Hatırlatıcıdır.Allah insanların fıtratını islama uygun hale getirerek yaratmıştır.Ve İnsanlara tercih etme hakkı tanımıştır.Fıtratında Var olduğu olduğu halde bir şekilde kaybolmuş olanı yeniden ortaya çıkarmaktır.Bu yüzden Allah insanın farkına varamadıklarını ve bilmediklerini öğretir ve bu bilgileri kullanıma hazır bir şekilde zihnimizde izni ile yer eder.Dünya hayatımızda o bilgileri sürekli hatırlayarak kullanırız.Unutsakta Allah'a koruması altında güncellenir.Kuran'ımızdaki ibretleri bilgileri kendi hayatımıza öğüt olacak şekilde tekrar tekrar hatırlarız.Her öğütü hatırlama ve fiili kullanma birer zikir olur insanın zihnini , hayatını , yaşamını , düşünce yapısını ve tasavvurunu inşa eder.Hatırlattıkları Fıtratımızla Kurani hakikatler asla çelişmez-çatışmaz.
Ziynet :Arapça, Süs ve süslemek anlamına gelen za’ne زَانَ kökünden gelen bir sözcüktür. Güzellik katan veya çirkinliği gideren hal, durum, Ziynetin takı, mücevher ve doğal tabii süsler, bir şeyin zatında, tabiatında var olan güzellik, süslülük, lekesizlik, kusursuzluk bunun zıttı ise bir şeyin zatındaki süsü veya süslülüğü, güzelliği bozan çarpıklık anlamında çirkinlik zuyyine :süslü gösterildi. , gibi olan anlamları olduğu gibi kadının ve erkeğin ferçlerine sev’e denilmesi, bu organlar İnsanın özeli ,sahsiyetine ait olan unsurların çıplaklık hali ,açılıp saçılması ,bedensel ziynetini ,bir leke gibi süsü bozan davranışlardır.
Kur'an'da ziynet ve aynı kökten türeyen kelimeler gerek maddi gerekse manevi anlamda mecazen kinaye yoluylada süsü ve süslenmeyi güzellik ,iyilik , İmanı sevdirip kalplerine sindirdiği belirtilirken onu süslü iman süsü ile süslenmesi anlamında .anlatmak üzere kullanılmıştır .
Zulüm : ‘Zulmün’ çoğulu zulumât’tır. Zulüm’,kelime yapısı mecazen de karanlıkları ifade eder. Bu karanlıklar, inkâr, şirk, isyan gibi şeyler olduğu gibi; haksızlık, işkence hakkı yerli yerine koymamak, yer ve zaman, nitelik ve nicelik olarak yanlışlık yapmak. Bunların her biri karanlık gibidir, hakkın yerine konulmamasıdır, aydınlık gibi insana rahatlık veren bir şey değildir.Zulmedene de ‘zâlim’ denir.Yani “zulüm”; ister fazla, isterse eksik olsun, herhangi bir şeyin kendine ait olan yerin dışında başka bir yere konulması anlamındadır. Aslında herhangi bir şeyi yerli yerinde kullanmamak da zulümdür. Ayrıca bu kelimenin, maksadı aşmak, hakkı teslim etmemek ve haddi tecavüz etmek anlamlarına geldiği de ifade edilmiştir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder